Metrobüste Kızılötesi İle Kız Kaldırdım

12 Şubat 2013 Salı yazildi.

Mecidiyeköy- okmeydanı meydanından binmiştim her zamanki gibi metrobüse.. gideceğim yer ise avcılardaki istanbul üniversitesi… metrobüse binenler bilir ilk durağa gelen otobüs çok kalabalık olur, ikincisi hemen arkasından gelir fazlada kalabalık olmaz hani.. bende alışmışım hep kalabalık olmayana biniyorum. ben öle zenginim şöyle param var diyemiyorum sizin gibi beyler.. yalan yok babamın memur maaşı ve abimin özel bi fabrikada güvenlik görevlisi olarak çalışmasıyla evi döndürüyorduk. bende boş zamanlarımda sultanahmette sahaflarda tezgahtarlık yapıordum. tipim yerinde .. malum kitapçıda çalıştığımız içinde kitap okurum sürekli kısacası kültür seviyem biraz yukardadır.

”Rahmetli” babam hep okumam için pervane oldu. yıprandı, aç kaldı, ama yılmadı okuttu beni.. sırf ben okuyayım diye abimi bile harcadı.. kaldı ki abimin yüzüne ne zaman baksam yitip giden hayalleri yüzüme bir tokat atar… neyse fazla duygusala bağlamadan olaya geleyim. istanbul üni. elektrik- elektronik mühendisliğini kazandığım ilk sene okmeydanından avcılara metrobüsle gidiyordum.. yine içimdeki gelecek telaşı ile kavga etmekten yorulmuştum. her zaman beklediğim metrobüs bu sefer gelmemişti… yağmurdan sıçan gibi olmuştum.. en sonunda uzaktan metrobüsün silueti gözükmüştü. ulan işte o anda dünyanın en mutlu insanı olmuştum. çünkü labaratuar dersim vardı ve geç kalmadan gitmek istiyordum daha sonra ise hiç durmadan sahaflara gidecektim çalışmaya…

Gelen metrobüs mutluluğumu bir anda hüzüne çevirdi.. bırakın kapılarını açmayı.. durmadı bile şerefsiz.. bide yoldaki su birikintilerini üzerime gönderdi “hediyem olsun sana ipne” der gibi… ama allah şahit beyler hiç isyan etmedim lan. annemin bize iyi gelecek veremediğini düşünüp kahrolması beni daha da güçlendiriyodu aslında.. çok çalışcan olum ali!! ( ali gerçek adım değildir beyler) mühendis olup ailene sen bakıcaksın derdim hep kendime.. sonra ulan ya berecemez tökezlersem, ya düşersem korkusu alır götürürdü aklımı…

Neyse herşeye inat bekledim dimdik ve sırılsıklam o metrobüsü… gecikmiştim derse.. ve biliyordum bu zorluklar daha başlangıçtı herşey için… beyler o gün derse sırılsıklam girdiğimde herkes farketmişti beni.. normalde suratıma bile bakmayanlar durup şöyle baktılar.. sonra mı ? güldüler işte amk. ıslaktım tıpkı bi sıçan gibi ve saçımdaki jole akmıştı yüzüme doğru bembeyaz bi şekilde… onlar gülümsedikçe ben daha çok güldüm o gün sınıfta sırf onlara inat..

Mukden hoca ( ismi gerçektir. ) kendisi hiç unutmadığım bir replikle beni sınıftan kovdu – ” hem geç gel hem utanmadan gül… biraz insan takliti yap şimdi git dışarda insan olmayı prova et sonra rolüne kendini adapte et öyle gir içeri” .. bu ne ağır bi laftır amk.. içimden keşke dövseydi de bunu demeseydi derken, sınıf iyice kopmuştu… arkalardan bi ses gruptan ayrı bi biçimde kahkaha atıyodu.. anırarak gülmesi hocanın gücüne güç katıyodu.. kaşlarını çatarak dışarı çıkarması koymuştu lan panpalar

Zaten 4 saat aynı hocanın dersiydi deyip derse girmenin bi anlamı yok dedim içimden.. en iyisi işe gitmekti.. patron çalışkanlığımdan dolayı beni severdi.. bi de ingilizcem iyi olduğu için diğer tezgahtar arkadastan daha kıdemliydim. patron üzerime titrerdi.. oğlum derdi lan bana adamcağız.. neyse kantinden hemen 1 simit 1 çay aldım. biraz kurulanayım karnımı doyurayım sonra çıkar giderim dedim.. masaya oturur oturmaz okunmuş günlük gazeteyi de bulunca keyfim yerine geldi.. 40 dakika kadar oturdum yalnız başıma.. hiç arkadasım yoktu zaten.. arkadaslık yapacak zamanım olmadığından dolayı mı yoksa silik bi kişiliğim olduğundan dolayı mı bilmem ama hiç yoktu okulda arkadasım piçler

Bilenler bilir, kampüsle metrobüs durağı 3-4 dk. yürüme mesafesindedir. ama o sağanak yağışta yol bitmedi lan.. yürüdükçe yürüdüm .. durağa ulaştığımda sıra dışarıya kadar uzanmıştı… artık koyvermiştim herşeyi bildiğin mal mal gülüp ıslanıyordum.. millet bana baktıkça gülümsedi.. onlar gülümsedikçe ben daha çok güldüm.. – tanrı nın beni sınadığını düşünmeye başlamıştım. ama inadım inattı bi kere… pes etmek yılmak usanmak yoktu… o beni her düşürdüğünde kalkacaktım ayağa bir öncekinden daha güçlü bir şekilde.. ulan neyse sıra bitti artık kalabalıkmış boşmuş hiç bakmadan daldım içeri… saçlarımdan gözlerime sicim gibi damlayan yağmur damlalarını sildikten sonra etrafıma baktım.. 2li koltuk boştu hemen ölümüne kendimi koltuğa attım.. boş koltuğun günahı olmaz beyler… neyse hemen kulağımdaki suyu kazağımın manşetine silerken birisi oturdu yanıma .. ama hiç umursamadım beyler.. dönüp bakmadım bile…

Benim o an tek derdim kulağımı kurulayıp, telefonumun kulaklığını takmaktı.. bu arada telefonumun markası nokia 6020 di yanlış hatırlamıyorsam.. ben inatla kulağımı temizlerken yanımdakinin rahatsız edici bakışlarını ensemde hissettim ve dönüp baktım.. size yemin ediyorum yanımdaki güzelliği görüp kafamı heyecanla tekrar diğer tarafa çevirmem 1.2 saniyemi aldı. lan bi kız bu kadar güzel olup bana bu kadar tatlı gülümser mi? elim ayağım boşaldı beyler yalan yok… o heyecanla elimdeki kulaklığa aldırış etmeden saçımı düzeltmeye çalıştım. saçımı düzelttikten sonra baktım ki elimdeki kulaklıktan bi tanesi ıslanmış… ben görünce içimden – “olum ali allah senin belanı versin. bi kız güldü diye kendinden geçtin. nefsini sikeyim” dedim. kız içimden geçirdiğim bu sözleri sanki duymuşçasına güldü… ama bu sefer karşımdaki gülünce ben gülmedim.. saatler önce ben dersimi almıştım.. şimdi sıra insan takliti yapmaktaydı..

Kız bi an bana dönüp bugün şanssız günündesin galiba.. diyince hemen anladım aynı sınıftaydık.. bir de o anda dosyasının içinden ders notunu görünce anlamıştım aynı sınıftaydık.. ama işte anladığım o anda içimi bir hüsran kaplamıştı zaten.. neden demeyin panpalar.. rezilliğimi bu dünya güzeli kız görmüştü bi kere… zaten o saliselik anda binlerce şey kafamda kuruyodum… kıza cevap vermeden önce anlamıştım ki zaten rezil olsamda bu kız bana bakmaz… koy götüne rahvan gitsin dedim ve başladım bende mallık serisine..

Sonra diyalog şu şekilde ilerledi; (mallık serisine devam ettim kısacası)

Ben: ama şanssızlığımı kulaklıktan dolayı söylediysen çok sanssızım gerçekten haklısın..ama iyi yönden bakıyorum sıkılmıştım aynı şarkıları dinlemekten
hande: “biz insanlar arada telefona yenii şarkılarda atarız ama” dedi ve sustu (işte o an anladım “-biz insanlar” derken kırmış olduğum potu yüzüme tokat misali vuruyordu..
ben: (konuyu değiştirmek yerine daha çok üzerine gittim. biliyorum ki eğer konuyu değiştirmeye çalıştıgımı görürse daha fazla laf sokacak, sonuçta kız milleti) siz insanların telefonları ile benim telefonum arasında jenerasyon farkı var dedim

Sonra muhabbet içinden çıkılamayacak bir hal almaya başladı ve hande devam etti:

hande: jenerasyon farkı olması normal ama çünkü birisi insan birisi insan takliti yapan bir oyuncu ..
ben: (güldüm.. sözcükler artık boğazımda düğümleniyordu..ne dersem diyeyim bu bataklıktan beni çıkaracak bir insanoğlu yoktu etrafımda..) – kızılötesi varsa telefonunda tek tek üşenmezsen gönder şarkılarını bana.. bizim insan takliti yapan hayvan medeniyeti senin şarkılarını dinlerken öğrensin. dedim
hande: olur ama şimdi değil
ben: ne zaman peki?
hande: “gerçekten insan olmayı istediğin zaman” dedi ve ayaklandı..

florya durağına gelmiştik.. o an anladım ki başlamadan biten bir aşk hikayesi daha eklenmişti lügatıma.. işte o anda usulca eğildi ve – adım hande memnun oldum ali dedi..ne yapacağımı şaşırmıştım. aklımdaki sorular resmen beynime tecavüz ediyordu .. bu kız adımı nerden biliyo amk? hem kendi adını söyledi güldü demekki bnmle konuşmak istiyor? yoksa hoşlandı mı ?

sorular sorular… ben bunları düşünürken hande gözden kaybolmuştu bile… ama parfümü hala burnumdaydı beyler

Ben ordan dükkana gittim ve turistlere kitap satmaya devam ettim. yeni üniversite öğrencileri zaten çarşıyı doldurmuş hepsi kitap arıyordu.. aksam eve giderken 2 tane bira aldım.. hem yorgunluğumu alır dedim hem de gündüz yaptığım mallığın şerefine içerim dedim. biraları bitirip gözlerimi tavana diktiğimde anlamıştım bu kız aklımdan bi an olsun gitmeyecek.. yemyeşil gözleri, gözlerimi terketmeyecek.. siz hiç tanımadığınız yüzüne bile bakamadığınız birine aşık oldunuz mu? – ben oldum beyler… ertesi gün okul için kıyafetlerimi yatmadan hazırladım.. bu sefer biraz bakımlı olacaktım ( tıpkı bayram için hazırlık yapan çocuklar gibiydim lan) uykuya dalmadan önce ettiğim dua ise, bu emeğimi yağmurun bozmaması oldu.

Ertesi gün olduğunda bu sefer abimin çakma vaxx ı yani daxx saç şekilleştiricisini sürdüm kafama.. bu sefer stres yapmayacaktım yağmurda ya akarsa jöle diye.. hızlı adımlarla evden çıktığımda anlamıştım bugün gökyüzü benden yana.. yine her zaman ki gibi okmeydanı – avcılar istikametine metrobüse bindim ve okula geldim… bu sefer kalbim ağzımda çarpıyordu.. panoya gidip ders yerini görünce içimi bi hüzün kapladı amk. ders amfideydi.. o koskoca amfide nerden bulacaktım ben handeyi.

Ne yapacağımı bilmez bi şekilde sağa sola çevirdim kafamı… ve derse girdim.. tamda tahmin ettiğim gibi yoktu etrafımda.. gözlerim her yerde altın saçlarını aradı ama bulamadı… onu ararken bir şeyden emin olmuştum aslında, nerde olursa olsun 1000 kişinin arasına da girse gözlerim onu bulur ve çıkarırdı ortaya… aslında komik olan dün kıza toplam bakış süremi sorsalar 15 saniye derim. ama bu kadar nasıl emin konusuyorum onu ben bile bilmiyorum.. neyse ders arası verildiğinde kütüphanenin oraya yürümeye başladım. amacım biraz olsun nefes almak ve bi sigara yakmaktı… nasıl olsa 30 dakika ara vardı…

Ulan sigaramı içerken bi de ne göreyim. bu hande otoparkta zengin binleriyle sigara içiyolar… vay dedim içimden… ama küfretmeye kıyamadım.. başımdan aşağıya kaynar sular döküldü lan ipneler.. işte o anda kamburumu sırtımıda hissettim.. bildiğin çöktüm amk… bir de muhtemelen elemanın arabasının kaportasına yaslanmış.. kahkahasıyla etrafı inletiyordu.. bildiğin ezik bir şekilde onları izliyordum.. sonra bi hışımla toparlanıp yola devam ettim.. adımlarım git gide hızlandı.. ben sustukça ayaklarım konuşmaya başladı.. durmasınlar yürüyüp uzaklaştırsınlar beni buradan diyordum sözgelimi…

Dersin başlamasına daha 2 sigara hakkım vardı.. ve artık sigarayı yakmamla şeytan ve meleğin savaşını başlatmıştım.. ama şeytaan haklıydı; ben kim o kızla takılmak kim? daha doğru düzgün cebinde parası olmayan bi adamla bu kız neden birlikte olsun? hele ki o etrafındaki zengin binlerini görünce ezikliğim bin kat daha artmıştı…

Kızgınlığım o’na değildi panpalar… kızgınlığım kendimeydi.. hayat birşeyi daha öğretmişti bana: “kuracağın hayaller bile parayla” … derse girmeden gibtirolup gitmek geldi içimden… olurda karşılaşırsak kendimi daha da yitik bir insan kimliğine sokmanın bir anlamı yoktu.. gitmeliydim.. hoca gelmeden sınıfa koşar adım yukarı çıkıp defterimi ve ders fotokopilerini aldım.. tam kapıya yönelecektim ki, tam karşımda kapının eşiğinde durup bana gülümsüyordu …

Ne yapacağımı bilemedim beyler onun o çok bilmiş havasında ki bakışlarıyla karşılaşınca.. bedenim yığılacakmış gibi duruyordu.. ayakta durmakta zorlanırken ben neyin savaşını veriyordum ki? neyin acısını yaşıyordum? yüreğim otur gitme bir yere dese de , aklım haklıydı… gitmeliydim.. ve öyle yaptım da…

Tam kapıdan geçerken istemsizce ona bakıp selam verir gibi kafamı öne eğdim… sonra da aramızda geçen diyalogu yazıyorum beyler

hande: artık selamlar bu şekilde mi alınıp veriliyor?
ben: dün bahsettiğin gibi yapıyorum. ben insanlık rolüme devam ediyorum işte..
hande: insanlık bu şekilde selam verip merhaba bile demeden çekip gitmek mi?
ben: demekki rol yapan senmişsin ben değil…
hande: nasıl yani?
ben: iyi dersler hande

Gökyüzündeki karabulutlar beni izliyordu adeta… nereye gitsem peşimdelerdi.. ama bu sefer ıslanmaktan şikayetçi değildim.. keşke yağsa da biraz ağlasam.. ağlasamda kimse anlamasa diyorum.. ama yanlış anlamayın panpalar kızdan dolayı değildi bu kızgınlığım ve kırgınlığım.. ben kendime kızgındım.. ben kendime dargındım.. ulan abim kendi geleceğini bana feda etmiş.. annem diplomamı alacağım güne adaklar adamış, babam ise her kahveye tavla oynamaya gittiğinde orda tanıdık tanımadık herkese beni anlatmış -”mühendis oğlum var” demiş.. peki ya ben? – ben ise olmayacak bir dua ya amin diyorum.. ben ise adından başka hiç hirşey bilmediğim bir kızı kıskanıyorum? ne için? kim için?

Dükkana gittiğimde hemen tezgah arkasından duran kolilerden çıkan yeni kitapları raflara dizmeye başlamıştım ve bu arada içimden küfürler ediyordum kendimi tanımakta zorlanan “ben”e .. benim derslerime odaklanmam, azda olsa çalışıp evime destek olmak için para arkaürmem şarttı. benim aşka meşke ayıracak vaktim olmamalıydı. aşkın sarhoşluğuna saplanıp, sınıfta kalmak gibi bir lüksüm olamazdı benim… patron sordugunda dank etti kafama. – neden erken geldin oğlum? . – gerçekten neden erken gelmiştim? neden dersi yarıda bırakıp çekip gitmiştim? hayatımda sadece 1 veya 2 defa gördüğüm kız, benim hayatıma bu denli müdahale etme şansını nerden buluyor? ( tabiki benden amk) . gerçi kızın bişey yaptığı da yok. kendi kendine gelin güven olan benim sonuçta

Gökyüzüne karanlık çöktüğünde kapattım kepenkleri çıktım yola.. eve giderken bira aldım haftalığımla.. her gecen gün içtiğim bira sayısı, yaşadığım olumsuzluklarla eş değer olarak artıyordu.. ben ise yarının farklı bir gün olacağına inanarak evin yolunu tutuyordum.. evim farklıydı benim.. kokusu bir başkaydı annemin yemeklerinin. taa sokağın başında alırdım kokusunu evimin.. ve ne zaman girsem içeri, bırakırdım bütün olumsuzlukları eşikte.. hele ki gördüğüm an annemin çehresini karşımda, sırf o mutlu olsun diye gülümserdim.. ama başımı her yastığa koyuşumda şeytanla olan dansım başlardı.. bırakmazdı yakamı.. yalan yok bende çok isterdim o zamanda arabaya binmeyi, sevgilimle dolaşmayı.. ama bizimkisi ekmek kavgasıydı.. daha zordu ama en güzeliydi.. bunu düşündükçe minnetim artardı tanrı ya onlar gibi bir insan yaratmadığı için beni. bu düşüncelere teslim olmuşken beynim, gözlerim az önce iflas etti.. ve rüyamda onu görmek arzusu ile uykuya daldım..

Sabah olduğunda güneşin bulutların arkasında gizlendiğini traş olurken aynaya yansımasıyla farkettim.. düne göre daha iyiydim.. şunu belirteyim tekrar panpalar; bana diyosunuzki -ulan ne yaşadın ki kızla ilgili hemen depresif takılıyosun? – benim kırıklığım hande ye değil di.. kendimeydi.. hani bi söz varya ayranı yok içmeye diye.. aynı o misal işte. kendime kızgınım kafamı aşk meşk olaylarına 1 günlüğüne bile olsa verdiğim için.

Bugün dersim sabah yoktu. öğleden sonra oldugu için ilk olarak işe gittim. dükkanı ben açtım kapının önünü süpürdüm kitapların tozunu aldım.. her ne kadar kafamı meşgul etmek için uğraşacak birşeyler bulsamda aklımdan çıkmıyordu gözleri… unutamıyordum yağmurdan ıslanmış sapsarı saçlarını.. aklıma geldikçe içimi bir heyecan kaplıyor.. fakat yüreğim her defasında aklımdan bir tokat yiyordu.. kendimi düşünmemeye odaklarken zaman hızla akmıştı.. saat 12:15 gibi çıktım ve yollara düştüm yine.. bu sefer elime bir kitap aldım raftan rastgele… maksat okumak değil ..amaç belli aslında cam kenarında giderken onu düşünüp gözlerimi yollara dikmemek.. işte bu yüzden entel maganda oldum artık metrobüste

Avcılara geldiğimde daha zamanı vardı dersin başlamasına.. kampüsten içeri girdiğimde adımlarım yavaşladı.. kendime verdiğim o gazlar bitmişti.. yavaş yavaş eski mod’uma geri dönmeye başlamışken farkettim ki kendime küfür etmeye başlamışım.. söylenerek yukarı doğru yürümeye başladım.. yaktım bi sigara dolaştım etrafta.. o gün sanki herkes sevgili yapmış, kapmüste tek sap benmişim gibi önümde dolaşıyolar.. canım buna da sıkıldı yukarı dersin yerini öğrenmek için panolara doğru yürüdüm. elimdeki deftere ders yerlerini artık not etmeye başlamıştım.. kulağıma bir ses çalındı.. ben bu şarkıyı tanıyordum beyler.. daha önemlisi söyleyenin en büyük hayranıydım.. tam yanımda hiç istifini bozmadan, beni tanımamazlıktan gelerek şarkı mırıldanıyordu aynı zamanda ders yerlerini not ediyordu.. istemsizce güldüm kendime.. elimden gelse kalbimi söküp atacaktım.. hızlanan kalp atışımın seslerini duyacak diye korkuyordum beyler…

Şakirt olmayalım diye bari bi merhaba diyelim dedim. ama derkende öle kıza dönmeden panoya bakarak konusmaya basladım

ben: selam
-ses yok kız şarkıya devam ediyodu.. iyice gülümsedim.. kız bildiğin giblemiyodu beni. sabrım iyice taştı ve konusmaya devam ettim.
ben: bak dün için kusura bakma ters anıma denk geldin ama suç bende değil yanlış zamanda yanlış yerlerde karşıma çıkıyosun
- kızdan ses yok amk
panodan yansıyan suretimi görünce karşımda “allah belanı versin be usta” dedim yalan yok.. sonra hande bana döndü ve kulağındaki kulaklığı çıkardı. ulan meğerse kız harbi harbi şarkı dinliyomuş. deri montunun içine sokmuş kulaklık kablosunu ve saçını açmış o yüzden kulağı gözükmüyodu kısacası suç benim değil ama yine de mal adam 2 yim bende.

Bu sefer aramızdaki konuşma farklı bir biçimde şekillenmeye başladı..

hande: yine neye isyan ediyosun, kaçırdım.
ben: (hiç bozuntuya vermeden) ya sürekli sınıfın yerlerini değiştiriyolar her ders öncesi buraya gelip sınıfın yerini öğrenmekten bıktım.
hande: (gülümsedi) ilk defa bişeyde haklısın..
ben: bak dün için özür dilerim yanlış bi anda karşıma çıktın. sinirliydim .
hande: sinirli olunca konusmazmısın sen?
ben: konusmamayı tercih ederim. etrafımdaki insanları kırmaktan korkarım.. heleki değer verdiklerim varsa işin ucunda, ağzıma mühür vururum sinirli olduğum anlarda..
hande: (biraz sessiz kalıp dediğimi algılamaya başlayınca lafı değiştirdi. koluma dokunarak) – hadi derse asabi çocuk dedi

Birlikte derse yürüdük.. ikimizi yanyana gören sınıftaki millet, bakışlarını direk üzerime çevirmişti.. silik bir öğrenci olan ben, bu güzel kızın yanında dikkat çekmeye başlamıştım.. hele ki handeyle birlikte oturmamızla sınıfın meraklı bakışları epeyce rahatsız etmeye başlamıştı beni.. hande ise kimseyi umursamayan rahat tavırlarıyla beni de rahatlatıyodu..

Herşey bi yana ders hiç bitmesin diyodum.. bir gün önce yaşadığım her şey silinmiş gitmişti beynimden.. şimdiki zamana dönersek bu beynimi gibeyim zaten.. neyse devam edecek olursam; ben derste not alırken o sayfamın bir ucuna gülen surat işareti yapıp yapıp duruyodu.. bende ona takiben :/ bu işareti yaptım. o ise defterin bir ucuna aynen bunu yazdı;

“0536 xxx xx xx yine yüzün gülmezse döverim seni.”

O an gülümserken unutmuştum herşeyi.. kafamda milyonlarca soru varken, hayatımdaki sorumluluklar beni beklerken ben hiçbirşeyi umursamaz tavrımla hayata karşı gülümsüyordum.. ne olacak ulan bir kere sadece bir defa kendim için gülümseyeyim.. unutayım herşeyi, bırakayım bir kenara taktığım bu lanet maskeyi..

Ders bitince benim çıkmam lazım kızlarla buluşcam diyip ayrıldı yanımdan.. ben ise yazamadığım ders notlarını sayfaya geçirmekle meşguldüm.. zaten millet sınıfı boşaltmadan kalkmaya niyetim de yoktu.. rahatsız edici bakışları üzerimden bir an önce defetmem lazımdı..

Başka bir dersim daha vardı fakat sanırım hande bu dersi almıyordu yada girmemeyi tercih etmişti. bende tek başıma otururken artık yavaş yavaş insanlar beni farketmeye başlamıştı.. hocadan önce sınıfa gelip oturmuştum telefondan snake oynuyodum kızın biri yanıma gelip oturabilirmiyim dedi. ben tabi diyip kenara kaydım.. içimden de diyorum – ulan bu karı milleti tam kaşar. bi kızla görünce hemen geliyolar. önceden nerdeydiniz amk? neyse ders başladı ben tabi zerre kadar giblemedim. arada not alırken kaçırıyor, benim defterden bakıyor ama ben giblemedim. hem neden umursayayım ki telefonunu aldıgım dünyalar güzeli hande dururken?

Eve doğru yolculuğa geçtiğimde metrobüste gözlerim onu arar oldu.. yolculuk esnasında kafamda tek bir soru vardı.. ne mesaj atacaktım? – bana liseli veya mal demeyin beyler; gerçekten birşeyler hissediyorsanız karşınızdakine herşey yerle bir oluyor . aklındakini hissettiklerini anlatamadan bir mesaj atmak gerçekten dünyanın en zor işiymiş bunu anlıyodum.. eve giderken ekmek sigara kontor ve rakı aldım.. babam yoldayken aramıştı – “annen balık yapıyor gelirken rakı al oğlum.. senle biraz keyif yapalım”.. cebimde yanlış hatırlamıyorsam 18-19 tl para vardı ama haftasonuna kadar idare etmem lazımdı. allahtan market yabancı değildi yazdırdım hesaba pazar günü ödeyeceğim diyip ayrıldım..

Keyfim yerindeydi binler.. hem biraz içip rahatladıktan sonra mesaj yerine ararım diyodum.. eve gittiğimde nur yüzlü annem kapıyı açtı elleri yemek hazırlamaktan bulaşık.. bana sarılmasıyla bıraktım yine herşeyimi kapıda.. yorgunluğumu.. stresimi.. herşeyimi.. bir ben, bir annem, bir babam ,bir umudumuz olacaktı bu gece bizle.. abim fabrikada güvenlik görevlisi olduğu için gececiydi..

Anneme yardım ettim zar zor.. tabi izin verse daha çok şey yapacağım ama “git dinlen sen, ben hazırlarım yavrum” diyor başka bişey demiyor.. masaya dizmeye başlamıştım tabakları bardakları.. babam ise haberlere bakıyordu fakat çok belliki sadece gözleri tv ye odaklanmış aklı orda değildi.. ona baktığımı farkedince gülümsedi ben hemen kafamı çevirdim ve tabakları dizmeye başlamıştım…

içimi bir korku kapladı.. ” ya okulda yaptığım devamsızlığı öğrenmişse?, 2 gün doğru düzgün okula gitmediğimi biliyorsa üzülecek.. kahredecek kendini biliyorum çünkü babamı”

oturduk masaya güldük yemek yedik, içtik.. ama birşey vardı beni huzursuz eden.. sanki babam biliyordu bu okul olayını…

kadehimizi yudumlarken, babam yüzüne ciddiyet denen o sert çizgilerini yerleştirdi ve ağzında tutmaktan yorulduğu kelimeleri üzerime saygıttı..

babam: ” bu gece son defa seninle oturup rakı içiyorum.”
ben: neden baba ne yaptım ki ben?
babam: “sürekli sesimin kısılmasından dolayı doktora gittim.. doktor gırtlak kanserisin dedi.. ama iyi huylu dedi” azğında geveleyip durdu.. ve devam etti ” tedaviye başlayacagım alkol ve sigarayı bırakıyorum, senin mezuniyet gününde 1 duble annen izin verirse içeriz artık”.

o karmaşada hala espri yaparak yüzümüzü güldürmeye çalışan güçlü adam benim “babamdı” . yorgun, yılgın, bıkmış, usanmış ama gururundan şerefinden güç alarak dimdik ayakta duran o güçlü adam benim “babamdı”.

Annem bana güç vermek için sırtımı sıvazlayıp dursada, düşüyodum bu sefer dipsiz bir uçurumdan aşağıya.. herkes biliyordu babamın rahatsızlığını en son bana saklamışlar bu haberi.. dünya ayaklarımın altından kayarken usulca damlayı verdi gözyaşım benden izinsiz… şimdi olmamalıydı bu .. ne yeri ne zamanıydı..

O gece ağır bir hüzün kapladı gönlümü.. kaldıramadım kafamı yerden.. bakamadım babamın gözlerine.. çünkü biliyorum ki “o” dev adam benden daha güçlüydü.. güçsüzlüğümle ona bakıp çelme takmak istememiştim umutlarına… babam hiç birşey olmamış gibi saçlarına dokunup usulca kalktı yerinden.. her zamanki gibi uzandı kanepeye izlemeye başladı televizyonu kaldığı yerden..

Ben ise hala olup biteni algılamaya anlamaya çalışıyordum. annem mutfakta bulaşık yıkarken ağlıyordu.. görmesemde hissediyordum.. neydi bu huzur denilen meret? neden bize her yaklaştığında arkasına bile bakmadan koşar adım kaçardı? biz ne yapmıştık ki? kimin günahını aldık? neyin diyetini ödüyoruz?

Kafamda milyonlarca sorular varken yine bir yanım güçlü ol ! ailenin yanında ol desede.. “öyle kolay değil demesi” diyesim geliyor bu lanet hayata…

Masadaki anason kokusu burnumun direğini sızlatırken, kabul edemem masamızdan bir kişinin eksilmesini…

Cesedimide yanıma alarak yatağa uzandım.. sarhoştum ama beni sarhoş eden içtiğim rakı değil, beni derbeder eden düşüncelerdi.. odamın sessizliğini telefonuma gelen mesaj bozdu.. ama elimi cebime atacak ne takatim vardı ne gücüm.. biliyordum aslında mesaj atan hande den başkası değildi.. ama şimdi ne handenin sırasıydı, ne de bir başkasının..

O gece babamı hep hayal ettim.. ama tahmin ettiğiniz gibi iyi güzel bir şekilde değil.. sanki ölmüş ve ilk günü cenazesi vs. vs. düşüncesiyle bile gözyaşlarım yastığımı sırılsıklam ediyordu… arada annemin siluetini odamın kapısının buzlu camında görüyordum.. beni dinleyip usulca gidiyordu.. annemin siluetini gördüğümde ağlamam bir kat daha artıyor, kafamı yastığa gömerek hıçkırarak ağlıyordum.. o gece ne beni ne annemi ne babamı uyku tuttu.. sabah olmuştu herkese.. ama bize hala geceydi.. hala kabus görüyordum..

Gözlerim kan çanağı olmuş, ruhum bedenimi terkedip gitmiş halde sahafların yolunu tuttum, yolumun üzerinde ispark var hemen onun yanında cami var tam üniversitenin karşısında.. girdim avlusuna ve ağlamaktan şişmiş yüzüme su vurdum.. içeri girip allah a çok sormak istedim neden biz diye.. ama buna ne cesaret edebildim ne de cürret.. babasına küsmüş ufak bir çocuk gibi terkettim camii yi.. dükkanı açtım etrafı süpürdüm.. rafların tozunu aldım.. patron geldiğinde anladı yolunda gitmeyen birşeylerin olduğnu ama ne o sormaya cesaret etti, ne de ben söylemeye.. sustuk..

Okul için yola düştüğümde suskunluğum beni hiç yalnız bırakmadı… ne kitap okuyarak o yolu bitirmek geliyordu içimden.. ne de müzik dinlemek.. sadece babamı düşünmek istiyordum.. başka bir şey yapıp oyalanarak babamı aklımdan çıkarmak, ona ihanet etmiş gibi geliyordu… okula vardığım da meraklı yüzlerin bana baktığını hissediyordum.. tanıyan tanımayan herkes bakıyordu.. neden niçin diye sorgulamak aklıma gelmiyordu zaten…

Bir önceki gün panodan sınıfın yerini öğrendiğim için hiç koridora bile çıkmadan direk sınıfa girdim.. başımı kaldırıp insanlara bakmadan direk en ön sıraya oturdum.. hande ile karşılaşmak içinden bile gelmiyordu

Beyler biriniz ismini verdiğim hocanın soyadını söyleyip bu mu diyor?
biriniz metrobüsmü vardı diyor 2 sene önce?

Sürekli açık bulma peşindesiniz. metrobüs bak bakalım kaç senedir var dostum.. hem hocanın soyadıda öyle ne olacak beni mi deşifre edeceksin kardesim? ya ben hızlıca yazmaya çalıştıkça siz beni durduruyosunuz sonrada seri ol diyosunuz. ya sorularınıza cevap vereyim yada hikayemi yazayım dostlar.. karar sizindir

Dersi dinlemeye tenezzül bile etmiyordum.. boş gözlerle tahtaya bakıyordum.. yemişim ingilizce yi diyip öle defteri karalıyordum ..sonra gözüm handenin karaladıgı yazıya ilişti.. ama bu dikiş bile tutmayan yaram hala kanarken umurumdamıydı ki hande? Ders bitmişti fakat ben dersin bittiğinden bile bihaber oturmaya devam ettim ta ki ince bir ses kulağıma bir şeyler fısıldayana kadar

Aramızda geçen diyalog şu şekildeydi;

hande: depresif melankonik takılarak dikkat çekmeye çalışıyorsan hala, başardın dikkatimi yine çektin. ama sunu unutma ben pgiboloji falan okumuyorum.
ben: ( ne diyeceğimi bile bilmezken) – pgiboloji okusanda senin aklın bile almaz ne yaşadığımı.. ben öle etrafında ki zengin veletler gibi babası cebine harçlık koymadı diye buhran geçiren züppelerden değilim kızım. sen git o züpperin yanına ben sana ağır gelirim
hande: sen ağzımdan çıkan iki kelime ye bile değmezsin aslında..
ben: ben aksini inkar etmiyorum zaten.. ben hiç birşeye değmem.

-sinirden gözüm birşey görmüyordu ama onunla kavga etmek bile rahatlatmıştı beni. gariptir ama rahatlamıştım biraz..

Bir hışımla yanımdan uzaklaşırken sanki son kez koklarcasına parfümünü içimin derinliklerine çekip, benden uzaklaşmasını izliyordum.. rahatlamıştım çünkü sorumluluk altına gireceğim sadece babam kalmıştı yanımda.. hande den tamamiyle kurtulmuştum diye düşünüyordum..

O günüm rutin bir şekilde devam etti.. ama akşam eve gidemedim.. babamın bu kadar gurur duyduğu ben!, güçsüz zavallı biri olmuştum.. ve bunu babam görmemeliydi.. tezgahtar arkadasım ahmeti ( ismini atıyorum suanda çünkü hala sahaflarda çalışıyor tanıyan çıkabilir) aradım ve bi ocakbaşında içerken buldum kendimi… içiyordum çünkü nedenlerim vardı.. içiyordum çünkü babamı günden güne gözlerimin önünde kaybediyordum.. içiyordum çünkü… siz hiç aşık olduğunuz bir kıza sırtınızı döndünüz mü? içiyorum çünkü ben döndüm…

İçtikçe gülmeye, gülerken ağlamaya devam ediyordum.. gülüyordum çünkü yenildiğimi kabul edemezdim.. rakı kadehimi dudaklarımla buluşturmadan önce hep ağzımdan ” sağlığa” sözü döküldü .. saglığa… beynimi uyuşturduğum an anladım ki sağlık; aslında bizim yoktan var ettiğimiz bir hiçmiş.. bunu anladığımda ise gözyaşlarım artık durmuyodu.. bende bırakmıştım artık gözyaşlarımla savaşmayı.. kaybetmiştim ama kimin umrundaki? ahmet ise savaşta yenilen arkadasının yarasını sarmaya çalışıyordu umarsızca..

Eve dönüşüm zor oldu.. sırtımda dünden itibaren varlığını hissettiğim kamburumla birlikte eve girdik.. annem ben eve girene kadar uyumaz.. saat kaç olursa olsun bekler beni sabırla, inatla.. kapıyı açıp beni karşıladığında hayatımda ilk defa tokat yedim, o elini öptüğüm güzel ellerinden.. ağladı.. -

yazık sana dedi.. utan su halinden dedi.. babanın umudu sensin..git aynada bak o umudu ne hale getiriyosun dedi..

aslında sözleri tokattan daha çok acıtmıştı yüzümü.. o sözler beni kendime getirdi.. o gece dünden biraz daha rahattı.. alkolün verdiği yorgunlukla nasıl uyuduğumu bile hatırlamıyordum

Babamın tedavisi başlamıştı.. ilaçlarla birlikte sesi günden güne kayboluyordu.. duymakta bile zorluk çekerken kulağımız nöbetteydi, bir şeyler söylediğinde duymazsak kendini kötü hissetmesin diye.. artık yemeklerden tat almamaya başlamıştı.. doktorun verdiği özel yemeklerden hazırlıyordu annem… 29 senelik evliliği boyunca evimizden ekgib olmayan rakının adı bile evimize girmez oldu.. annem hiç babamın sevdiği yemekleri yapmadı bize.. canı çekmesin diye.. bizde babamın yediği yemeklerden yedik büyük bir iştahla.. tatsız tuzsuzdu ama hayatımızda hiç yemediğimiz kadar iştahla yedik babamızla.. atamızla.. canımızla.

Okula artık doğru düzgün gitmiyordum.. babamın emeklisi, abimin maaşı evi döndürmeye babamın ilaç ve tedavisine zor yetiyordu.. çaresizce düzgün bir iş arıyordum.. kitapçıda tezgahtarlık yaparak kazandığım para yetmiyodu apaçık belliydi.. sahaflar ile kapalıçarşı 1 dakika kadar yakındı. orada döviz bürosu olan arnavut bir abi vardı. sürekli gelip dükkana kitap alırdı.. benim patron durumumdan bahsedince çok etkilenmiş bigün kitap almaya geldi ve bana iş teklif etti.. anlaşmamız açık ve netti. okulu aksatmadan gidecektim. boş zamanımda oyalanmadan onun yanında çalışacaktım.. maaşı hiç konusmadım zaten.. para konusmayı seven birisi değilimdir.. zaten parayı sevmediğimi bildiği için bana dükkanında çalışmayı teklif etmiş bunu da çok zaman sonra söylemişti

Artık dövizcide çalışmaya başladım ve işi hızla öğrendim. özellikle iran ve azerbaycandan gelen para transferlerini takip ediyordum. okulu da aksatmamaya başlamıştım. doktorlar babamın iyiye gittiğini söylüyordu.. artık evde yüzler gülüyordu.. yoruluyordum bazen bünyem kaldırmıyordu bu kadar tempoyu. ama benim yaşamak ve yaşatmak gibi bir mecburiyetim vardı.. gezmek, tozmak, dolaşmak artık bana lüks gelmeye başlamıştı..

Bu zaman zarfı içerisinde hande yi sürekli görüyordum başkalarının yanında.. hani bana lüks gelen şeyleri yapmakta sınır tanımayan züppelerle birlikte.. allah şahit yukarda hiç koymuyodu beyler.. neden koysun ki.. onun yeri orası, benim yerim burası.. ama işin kötü yanı ben haddimi bilirken, hadsizlikte üzerlerine toz kondurmayan bu züppeler üzerime oynamaya başladılar.. derslerde hep en önce otururum, arkadan kağıt atarlar, çekirdek çöpü atarlar.. sabrımın sınırlarını zorlarlardı.. neden böyle yaparlar bilmiyodum ama handenin çevresinde olmaları aslında yeterli benim için.. çekememişler zamanında sanırım kızı benim yanımda görmeye… hande de bu yapılanlara sessiz kalıp sadece olan biteni izlemekle yetiniyodu

Benim bir kavgam varken neden başka bir kavganın içerisine sürüklüyeyim ki kendimi? benim bir kavgam var beyler.. ekmek kavgası… bu zaman zarfı içerisinde vize dönemine girmiştik ben hem çalışıp hem sınavlara çalışıyordum. millet kırtasiyelerden deli gibi ders notları ararken defterim tabiri caizse tam bir hazineydi.. ama yanıma yaklaşamıyordu kimse.. bütün bir dönem yüzüme bile bakmayanlar şimdi hangi yüzle not isteyecekti ki?

İş arama dönemindeyken dersleri aksattığım için yerime imza atan sessiz sevdiğim bir arkadasım vardı. ona yardım etmek benim boynumun borcuydu.. ve onunla kırtasiyeye fotokopi için gittiğimizde karşımıza hande ve züppe tayfası çıktı.. normal olarak arada derse girdikleri için şimdi milletten parayla not satın almak gibi bir uğraş edinmişler kendilerine ve olanlar oldu bana doğru yöneldiler..

yanıma geldiler utanma duygularını doğar doğmaz küvezde bırakan çocuklar gibiydiler.. ceplerinden aldıkları gücü insanlar karşısında deneyen zavallı mahluklardı sadece bu yaratıklar… hande ve başka bir kız vardı ve 3 erkekti.. hande 3 erkeğin arkasına sıgınmış karşıma çıkmaya utanan bir kız çocuğu edasıyla onların gölgesi altına sığınmayı tercih etmişti. karşılarında dimdik durarak kafamı ne var gibisinden salladım, ve bana cevap olarak;
- ne kadara veriyosun notları moruk? dediler.
ben: – ne veriyosunuz?
çocuklardan biri: 100 lira
ben: güldüm ve paranız yetmez beyler dedim
diğer bir çocuk: söyle ne kadarsa veririz
ben: sizde olmayan bir şeyi, sahibine veremezsiniz dedim
çocuk: uzatma söyle lan ne diyosun
ben: ilk önce adamlık sonra efendilik.. bunlara sahip olsaydın bi ara düşünürdüm

- çocuklardan birisi daha sözümü bile bitirmeden ne oldugunu anlamadan yakama yapıştı. tutar tutmaz gömleğimin yakasının bir kısmı elinde kaldı..

ben ise o anda çocuğun elinden tuttum ve gömleğimi bırakmasını sağladım ama işte tam o anda arkadan hiç beklemediğim bir yumruk tam kulağımla, elmacık kemiğimin arasına oturmuştu.. kulağımda hafif bir çınlama vardı işte o anda hande nin bağırışını duydum aynı zamanda yanımdaki arkadasımda bağırıyodu telaşla.. araya bir kaç kişinin girmesiyle arkaürdüler beni ordan. fakat arkamdan beni takip eden bağırışları duyuyordum;

- görüşcez seninle bin!

Aslında yediğim o yumruk beni daha da güçlü yapmıştı.. yanağımdaki şişlik ve kızarıklığa aldırış etmeden kampüsün dışına çıktık. avcılar merkez de bir fotokopiciye girdik arkadasıma notları verdim. sonra ayrılıp işe gittim.. yeni patronum salim bey yüzümü görünce kızmıştı. olayı anlattığımda bnle gurur duyan bi bakış atarak halledeyim mi yarın aslanım bu sorunu dedi. salim abi arnavut olmasına rağmen kapalıçarşının çok sağlam adamlarındandır. zaten bu devirde gücü olmayan adam kapalıçarşıda nasıl dövizci olabilirki? neyse teşekkür ettim ben hallederim diyip olayı kapadım. işime döndüm ama kulağımda hala hande nin sesi vardı.. sesini duymak bile beni hüzünlendirdi be arkadas. siz şimdi bana diyeceksiniz ki ulan ne yaşadın ki hemen özlüyosun? – aslında hiç yaşamadığın ama hep hayal ettiğin şeyleri çok özlersiniz dostlar..

O gece eski arkadasım dostum tezgahtar ahmet te kaldım. yüzümün şişliği ve kızarıklığı ile eve gidip bizimkileri telaşa düşürmek istemedim.. zavallı annem, eşinin günden güne kötüleşen halinden dolayı biçare iken ben kim oluyorum ki bu mübarek kadının aklını meşgul edeyim? haklı değilmiyim dostlar?

Sınava arkadasımla çalışıyorum bahanesiyle gitmedim eve. ahmete giderken yoldan eczaneye uğrayıp krem aldık kızarıklık için.. o gece 3 yada 4 bira içtim sanırım handenin yüzünden.. lanet olasıca aklımdan çıkmıyordu.. aklım onun için iflas etmişken o ise benim onu istemediğimi düşünüp yanlış safta yer almış.. aklı sıra beni pişman etmeyi düşünüyor.. nasıl anlamazsın be kızım deli gibi aşığım işte sana? bu dünyada tek benim olan şeyi “canımı mı ” vereyim inanman için? gönlümü aklımı kalbimi vermişim ellerine hiç mi umurunda değil bu yargılar senin için?

Sabah sınav vakti geldi çattı beyler. erkenden kalktım, traş oldum ne de olsa sınav sonrası işe gideceğim. salim bey bana o gün kıyak yaptı beni eminönünden aldı ( şimdi eminönü nerden çıktı diyecek sazanlar var. ahmetin evi eminönünde) salim beyinde beylikdüzünde işi varmış beni okula kadar bıraktı. hayatımda ilk defa o gün jipe bindim yalan yok beyler..ama okula yaklaşınca salim beye kırtasiyeye gideceğimi söyleyip kampüsün ilerisinde indim. aslında kırtasiyeye gitmedim . çekindim beni bu jipten inince birisi görür, zengin binleriyle aynı kefeye kor diye..

Üniversiteden içeri girer girmez sınıfa yöneldim.. sınav yapılacak yere gelince o züppeleri gördüm milletten yalvararak hala not arıyolar, kopya yazıcaklar akılları sıra. tabi ben hiç bişey olmamış gibi sınıfa girdim.. sınav başladı ve hayatımın en zor 80 dakikasını geçirdim. okadar çalışmama ragmen çok zorladı sınav tabi üstesinden geldim.. kağıdımı teslim edip kapıdan çıkar çıkmaz hiç tanımadıgım iki kişi koluma girdi ve beni sakin bi yere doğru arkaürmeye başladılar.. ben sesimi bile çıkarmadan onlara ayak uydurdum.. tabi başıma geleceklerden bihaber adamlığım peşimde bir gölge gibi beni izliyordu..

Üniversitenin o geniş koridorları her adım atışımda biraz daha daralıyordu… yüreğim ve aklımı bir güzele emanet etmiş, bedenim bir mülteci gibi oradan oraya sürükleniyor gibiydi adeta… olan biteni algılamaya çalıştığımda boş bir sınıfta beni bekleyen 4 kişiyle karşılaştım… koluma giren iki kişi ise beni orada bırakıp kapının dışında bekçilik yapıyordu tıpkı köpekler gibi.. kapının kapanma sesi ile yakama yapışmaları bir oldu.. aramızdaki diyalogu hayal meyal hatırlıyorum;

Çocuklardan birisi: şimdi konuşsana bin ! hocanın sınavından geçtin ama bakalım şimdi bizim adamlık sınavımızdan geçicen mi?
ben: ( dayak yiyeceğimi bile bile kafa tuttum, öyle ezilip büzülmedim karşılarında.. zaten gözüme 1 tane kısa boylu zayıf elemanı kestirmiştim. dayak yesemde bir kişiyi yanımda götürecektim )
- ” adamlık” senin ağzına, sıfatına yakışmamışken , sen kim oluyosun da bana adamlıktan bahsediyosun?

- işte o anda fırtına koptu.. tek kişilik bir sandalyenin kafama yerleşmesiyle, gözüme kestirdiğim o çiroz çocuk kayboldu etraftan… hatta herkes kayboldu… gözüm karardı.. olduğum yere çöktüm, dizlerimin üstüne… ve hayatım boyunca hiç bir zaman unutamayacağım bir dayağın tam orta yerinde kaybettim benliğimi…

O tekmeler, yumruklar, tokatlar hatta saçımı çekmeleri… ulan çok sağlam yedim dayağımı ama allah şahidimdir sesimi çıkarmadım.. çok istedim çıkarmak sesimi ama kaybolmuştu karanlıkta.. hem karı gibi bağırıp hande beni kurtar diyecek halim de yoktu.. olan olmuştu artık payıma düşeni alma vaktiydi.. kılcal damarım patlamıştı… burnumdan simsiyah kan akmaya başladı ve bi türlü durmuyodu.. tabi öyle kanı görünce durdular ve kapıyı açtılar.. dışarıda bekleyen o iki çocuk içeri girip kafama 2 tokat attılar ve arkasından -” okadar emeğimiz var. bizde iki tane patlatalım” deyip gittiler.. aslında en çokta bu koymuştu bana… şimdi karanlıkta diz çökmüş azrailimi bekler gibiydim… ( aklıma geldikçe hala kötü olurum.. hem yalan yok beyler, ben bi insana öyle vuramazdım.. atacağım 2 tokat 1 yumruktur.. ilerisi canilikmiş gibi geliyor artık)

Bir süre bekledikten sonra dizlerimin uyuştuğunu farkettim.. zaten beynim patlıyordu ağrıdan.. hala zonglamaları duyabiliyodum… burnumdaki kanı soracak olursanız hiç duracağı yok gibiydi.. işin komik yanı kapı 1 metre kadar ilerideyken açıp dışarı çıkmaya korkuyordum.. -”ya hande seni görürse?” diyordu sağ yanımda duran melek… bu darbeler bile bu lanet meleği öldüremediyse artık, onunla yaşamayı öğrenecektim..

Kalktım ve kapıyı açtım.. inanın sonrasını tam hatırlamıyorum.. bir sürü insan etrafıma toplanmıştı revire gidiyodum sonra bayılmışım zaten..

Gözlerimi açtığımda revirde yatıyodum boylu boyunca.. okul çalkalanıyordu tabi.. herkes dayak yiyen çocuğu görmek istiyodu.. tepemde ise dekan yardımcısı dikilmiş olayla ilgili sorular soruyordu.. kim ?.. neden? ..nicin?..

Bişey söylemedim.. isim cisim vermedim.. ama delikanlılıktan da değil he. söylesem n’olcak? nasılsa o “güçlü” babaları gelip kurtarmayacak mı onları? olan yine bana olacak… hem dayak yiyen, hem suçlanan, hem ispiyoncu olan “ben” olacaktım.. kaldı ki ben yediğim dayağı unutmuştum bile.. kimin neden niçin attığını da takmıyodum kafama.. şimdilik hande de umurumda değil.. tek umrumda olan ailemdi… nasıl gidicektim ki eve.. yine annem suratıma tokat atarsa, ya yine canımı yakarsa..hem annemin atacağı tokat kadar ağır olamazdı yediğim dayak.. babamı hiç düşünemiyodum bile beni böyle görmesi halinde… neler olurdu kim bilir.. babamı kanser değil, ben eritiyordum istemeden de olsa her geçen gün…

O gün salim beyi arayıp bir kaç gün izin istedim.. neden diye sorduğunda cevap veremedim.. yalan atmak gibi bir riyakarlık içerisine hiç girmedim bu yüzden de cevap vermedim.. patron hemen anladı birşeyler gizlediğimi bu yüzden de izin vermedi.. gel işe dedi ve telefonu kapattı.. sedyeden doğrulup kalktığımda tepemdeki hemşire biraz daha kalmam konusunda ısrar etsede dinlemedim.. bir hışımla kalktım, kapıyı açtığımda tam karşımda duruyordu kalbimin sahibi.. eğilmişti boynu, gözleri buğulanmış cam gibiydi.. karşımda onu görmemle ağrılarımın arttığını hissetmeye başladım.. içimden bu zonklamaların biraz daha artması için dua ediyordum.. ağrılarımın şiddeti ile insanlık dersi vermekti bu güzel kıza niyetim..

Aramızda geçen diyalog şu şekildeydi;

hande: depresif melankonik takılarak dikkat çekmeye çalışıyorsan hala, başardın dikkatimi yine çektin. ama sunu unutma ben psikoloji falan okumuyorum.
ben: ( ne diyeceğimi bile bilmezken) – psikoloji okusanda senin aklın bile almaz ne yaşadığımı.. ben öle etrafında ki zengin veletler gibi babası cebine harçlık koymadı diye buhran geçiren züppelerden değilim kızım. sen git o züpperin yanına ben sana ağır gelirim
hande: sen ağzımdan çıkan iki kelime ye bile değmezsin aslında..
ben: ben aksini inkar etmiyorum zaten.. ben hiç birşeye değmem.

-sinirden gözüm birşey görmüyordu ama onunla kavga etmek bile rahatlatmıştı beni. gariptir ama rahatlamıştım biraz..

Bir hışımla yanımdan uzaklaşırken sanki son kez koklarcasına parfümünü içimin derinliklerine çekip, benden uzaklaşmasını izliyordum.. rahatlamıştım çünkü sorumluluk altına gireceğim sadece babam kalmıştı yanımda.. hande den tamamiyle kurtulmuştum diye düşünüyordum..

O günüm rutin bir şekilde devam etti.. ama akşam eve gidemedim.. babamın bu kadar gurur duyduğu ben!, güçsüz zavallı biri olmuştum.. ve bunu babam görmemeliydi.. tezgahtar arkadasım ahmeti ( ismini atıyorum suanda çünkü hala sahaflarda çalışıyor tanıyan çıkabilir) aradım ve bi ocakbaşında içerken buldum kendimi… içiyordum çünkü nedenlerim vardı.. içiyordum çünkü babamı günden güne gözlerimin önünde kaybediyordum.. içiyordum çünkü… siz hiç aşık olduğunuz bir kıza sırtınızı döndünüz mü? içiyorum çünkü ben döndüm…

İçtikçe gülmeye, gülerken ağlamaya devam ediyordum.. gülüyordum çünkü yenildiğimi kabul edemezdim.. rakı kadehimi dudaklarımla buluşturmadan önce hep ağzımdan ” sağlığa” sözü döküldü .. saglığa… beynimi uyuşturduğum an anladım ki sağlık; aslında bizim yoktan var ettiğimiz bir hiçmiş.. bunu anladığımda ise gözyaşlarım artık durmuyodu.. bende bırakmıştım artık gözyaşlarımla savaşmayı.. kaybetmiştim ama kimin umrundaki? ahmet ise savaşta yenilen arkadasının yarasını sarmaya çalışıyordu umarsızca..

Eve dönüşüm zor oldu.. sırtımda dünden itibaren varlığını hissettiğim kamburumla birlikte eve girdik.. annem ben eve girene kadar uyumaz.. saat kaç olursa olsun bekler beni sabırla, inatla.. kapıyı açıp beni karşıladığında hayatımda ilk defa tokat yedim, o elini öptüğüm güzel ellerinden.. ağladı.. -

Yazık sana dedi.. utan su halinden dedi.. babanın umudu sensin..git aynada bak o umudu ne hale getiriyosun dedi..

Aslında sözleri tokattan daha çok acıtmıştı yüzümü.. o sözler beni kendime getirdi.. o gece dünden biraz daha rahattı.. alkolün verdiği yorgunlukla nasıl uyuduğumu bile hatırlamıyordum

Babamın tedavisi başlamıştı.. ilaçlarla birlikte sesi günden güne kayboluyordu.. duymakta bile zorluk çekerken kulağımız nöbetteydi, bir şeyler söylediğinde duymazsak kendini kötü hissetmesin diye.. artık yemeklerden tat almamaya başlamıştı.. doktorun verdiği özel yemeklerden hazırlıyordu annem… 29 senelik evliliği boyunca evimizden eksik olmayan rakının adı bile evimize girmez oldu.. annem hiç babamın sevdiği yemekleri yapmadı bize.. canı çekmesin diye.. bizde babamın yediği yemeklerden yedik büyük bir iştahla.. tatsız tuzsuzdu ama hayatımızda hiç yemediğimiz kadar iştahla yedik babamızla.. atamızla.. canımızla..

Okula artık doğru düzgün gitmiyordum.. babamın emeklisi, abimin maaşı evi döndürmeye babamın ilaç ve tedavisine zor yetiyordu.. çaresizce düzgün bir iş arıyordum.. kitapçıda tezgahtarlık yaparak kazandığım para yetmiyodu apaçık belliydi.. sahaflar ile kapalıçarşı 1 dakika kadar yakındı. orada döviz bürosu olan arnavut bir abi vardı. sürekli gelip dükkana kitap alırdı.. benim patron durumumdan bahsedince çok etkilenmiş bigün kitap almaya geldi ve bana iş teklif etti.. anlaşmamız açık ve netti. okulu aksatmadan gidecektim. boş zamanımda oyalanmadan onun yanında çalışacaktım.. maaşı hiç konusmadım zaten.. para konusmayı seven birisi değilimdir.. zaten parayı sevmediğimi bildiği için bana dükkanında çalışmayı teklif etmiş bunu da çok zaman sonra söylemişti

Artık dövizcide çalışmaya başladım ve işi hızla öğrendim. özellikle iran ve azerbaycandan gelen para transferlerini takip ediyordum. okulu da aksatmamaya başlamıştım. doktorlar babamın iyiye gittiğini söylüyordu.. artık evde yüzler gülüyordu.. yoruluyordum bazen bünyem kaldırmıyordu bu kadar tempoyu. ama benim yaşamak ve yaşatmak gibi bir mecburiyetim vardı.. gezmek, tozmak, dolaşmak artık bana lüks gelmeye başlamıştı.

Bu zaman zarfı içerisinde hande yi sürekli görüyordum başkalarının yanında.. hani bana lüks gelen şeyleri yapmakta sınır tanımayan züppelerle birlikte.. allah şahit yukarda hiç koymuyodu beyler.. neden koysun ki.. onun yeri orası, benim yerim burası.. ama işin kötü yanı ben haddimi bilirken, hadsizlikte üzerlerine toz kondurmayan bu züppeler üzerime oynamaya başladılar.. derslerde hep en önce otururum, arkadan kağıt atarlar, çekirdek çöpü atarlar.. sabrımın sınırlarını zorlarlardı.. neden böyle yaparlar bilmiyodum ama handenin çevresinde olmaları aslında yeterli benim için.. çekememişler zamanında sanırım kızı benim yanımda görmeye… hande de bu yapılanlara sessiz kalıp sadece olan biteni izlemekle yetiniyodu.

Benim bir kavgam varken neden başka bir kavganın içerisine sürüklüyeyim ki kendimi? benim bir kavgam var beyler.. ekmek kavgası… bu zaman zarfı içerisinde vize dönemine girmiştik ben hem çalışıp hem sınavlara çalışıyordum. millet kırtasiyelerden deli gibi ders notları ararken defterim tabiri caizse tam bir hazineydi.. ama yanıma yaklaşamıyordu kimse.. bütün bir dönem yüzüme bile bakmayanlar şimdi hangi yüzle not isteyecekti ki?

İş arama dönemindeyken dersleri aksattığım için yerime imza atan sessiz sevdiğim bir arkadasım vardı. ona yardım etmek benim boynumun borcuydu.. ve onunla kırtasiyeye fotokopi için gittiğimizde karşımıza hande ve züppe tayfası çıktı.. normal olarak arada derse girdikleri için şimdi milletten parayla not satın almak gibi bir uğraş edinmişler kendilerine ve olanlar oldu bana doğru yöneldiler..

Yanıma geldiler utanma duygularını doğar doğmaz küvezde bırakan çocuklar gibiydiler.. ceplerinden aldıkları gücü insanlar karşısında deneyen zavallı mahluklardı sadece bu yaratıklar… hande ve başka bir kız vardı ve 3 erkekti.. hande 3 erkeğin arkasına sıgınmış karşıma çıkmaya utanan bir kız çocuğu edasıyla onların gölgesi altına sığınmayı tercih etmişti. karşılarında dimdik durarak kafamı ne var gibisinden salladım, ve bana cevap olarak;
- ne kadara veriyosun notları moruk? dediler.
ben: – ne veriyosunuz?
çocuklardan biri: 100 lira
ben: güldüm ve paranız yetmez beyler dedim
diğer bir çocuk: söyle ne kadarsa veririz
ben: sizde olmayan bir şeyi, sahibine veremezsiniz dedim
çocuk: uzatma söyle lan ne diyosun
ben: ilk önce adamlık sonra efendilik.. bunlara sahip olsaydın bi ara düşünürdüm

- çocuklardan birisi daha sözümü bile bitirmeden ne oldugunu anlamadan yakama yapıştı. tutar tutmaz gömleğimin yakasının bir kısmı elinde kaldı..

Ben ise o anda çocuğun elinden tuttum ve gömleğimi bırakmasını sağladım ama işte tam o anda arkadan hiç beklemediğim bir yumruk tam kulağımla, elmacık kemiğimin arasına oturmuştu.. kulağımda hafif bir çınlama vardı işte o anda hande nin bağırışını duydum aynı zamanda yanımdaki arkadasımda bağırıyodu telaşla.. araya bir kaç kişinin girmesiyle götürdüler beni ordan. fakat arkamdan beni takip eden bağırışları duyuyordum;

- görüşcez seninle piç!

Aslında yediğim o yumruk beni daha da güçlü yapmıştı.. yanağımdaki şişlik ve kızarıklığa aldırış etmeden kampüsün dışına çıktık. avcılar merkez de bir fotokopiciye girdik arkadasıma notları verdim. sonra ayrılıp işe gittim.. yeni patronum salim bey yüzümü görünce kızmıştı. olayı anlattığımda bnle gurur duyan bi bakış atarak halledeyim mi yarın aslanım bu sorunu dedi. salim abi arnavut olmasına rağmen kapalıçarşının çok sağlam adamlarındandır. zaten bu devirde gücü olmayan adam kapalıçarşıda nasıl dövizci olabilirki? neyse teşekkür ettim ben hallederim diyip olayı kapadım. işime döndüm ama kulağımda hala hande nin sesi vardı.. sesini duymak bile beni hüzünlendirdi be arkadas. siz şimdi bana diyeceksiniz ki ulan ne yaşadın ki hemen özlüyosun? – aslında hiç yaşamadığın ama hep hayal ettiğin şeyleri çok özlersiniz dostlar..

O gece eski arkadasım dostum tezgahtar ahmet te kaldım. yüzümün şişliği ve kızarıklığı ile eve gidip bizimkileri telaşa düşürmek istemedim.. zavallı annem, eşinin günden güne kötüleşen halinden dolayı biçare iken ben kim oluyorum ki bu mübarek kadının aklını meşgul edeyim? haklı değilmiyim dostlar?

Sınava arkadasımla çalışıyorum bahanesiyle gitmedim eve. ahmete giderken yoldan eczaneye uğrayıp krem aldık kızarıklık için.. o gece 3 yada 4 bira içtim sanırım handenin yüzünden.. lanet olasıca aklımdan çıkmıyordu.. aklım onun için iflas etmişken o ise benim onu istemediğimi düşünüp yanlış safta yer almış.. aklı sıra beni pişman etmeyi düşünüyor.. nasıl anlamazsın be kızım deli gibi aşığım işte sana? bu dünyada tek benim olan şeyi “canımı mı ” vereyim inanman için? gönlümü aklımı kalbimi vermişim ellerine hiç mi umurunda değil bu yargılar senin için?

Sabah sınav vakti geldi çattı beyler. erkenden kalktım, traş oldum ne de olsa sınav sonrası işe gideceğim. salim bey bana o gün kıyak yaptı beni eminönünden aldı ( şimdi eminönü nerden çıktı diyecek sazanlar var. ahmetin evi eminönünde) salim beyinde beylikdüzünde işi varmış beni okula kadar bıraktı. hayatımda ilk defa o gün jipe bindim yalan yok beyler..ama okula yaklaşınca salim beye kırtasiyeye gideceğimi söyleyip kampüsün ilerisinde indim. aslında kırtasiyeye gitmedim . çekindim beni bu jipten inince birisi görür, zengin piçleriyle aynı kefeye kor diye..

Üniversiteden içeri girer girmez sınıfa yöneldim.. sınav yapılacak yere gelince o züppeleri gördüm milletten yalvararak hala not arıyolar, kopya yazıcaklar akılları sıra. tabi ben hiç bişey olmamış gibi sınıfa girdim.. sınav başladı ve hayatımın en zor 80 dakikasını geçirdim. okadar çalışmama ragmen çok zorladı sınav tabi üstesinden geldim.. kağıdımı teslim edip kapıdan çıkar çıkmaz hiç tanımadıgım iki kişi koluma girdi ve beni sakin bi yere doğru götürmeye başladılar.. ben sesimi bile çıkarmadan onlara ayak uydurdum.. tabi başıma geleceklerden bihaber adamlığım peşimde bir gölge gibi beni izliyordu..

Üniversitenin o geniş koridorları her adım atışımda biraz daha daralıyordu… yüreğim ve aklımı bir güzele emanet etmiş, bedenim bir mülteci gibi oradan oraya sürükleniyor gibiydi adeta… olan biteni algılamaya çalıştığımda boş bir sınıfta beni bekleyen 4 kişiyle karşılaştım… koluma giren iki kişi ise beni orada bırakıp kapının dışında bekçilik yapıyordu tıpkı köpekler gibi.. kapının kapanma sesi ile yakama yapışmaları bir oldu.. aramızdaki diyalogu hayal meyal hatırlıyorum;

Çocuklardan birisi: şimdi konuşsana piç ! hocanın sınavından geçtin ama bakalım şimdi bizim adamlık sınavımızdan geçicen mi?
ben: ( dayak yiyeceğimi bile bile kafa tuttum, öyle ezilip büzülmedim karşılarında.. zaten gözüme 1 tane kısa boylu zayıf elemanı kestirmiştim. dayak yesemde bir kişiyi yanımda götürecektim )
- ” adamlık” senin ağzına, sıfatına yakışmamışken , sen kim oluyosun da bana adamlıktan bahsediyosun?

- işte o anda fırtına koptu.. tek kişilik bir sandalyenin kafama yerleşmesiyle, gözüme kestirdiğim o çiroz çocuk kayboldu etraftan… hatta herkes kayboldu… gözüm karardı.. olduğum yere çöktüm, dizlerimin üstüne… ve hayatım boyunca hiç bir zaman unutamayacağım bir dayağın tam orta yerinde kaybettim benliğimi…

O tekmeler, yumruklar, tokatlar hatta saçımı çekmeleri… ulan çok sağlam yedim dayağımı ama allah şahidimdir sesimi çıkarmadım.. çok istedim çıkarmak sesimi ama kaybolmuştu karanlıkta.. hem karı gibi bağırıp hande beni kurtar diyecek halim de yoktu.. olan olmuştu artık payıma düşeni alma vaktiydi.. kılcal damarım patlamıştı… burnumdan simsiyah kan akmaya başladı ve bi türlü durmuyodu.. tabi öyle kanı görünce durdular ve kapıyı açtılar.. dışarıda bekleyen o iki çocuk içeri girip kafama 2 tokat attılar ve arkasından -” okadar emeğimiz var. bizde iki tane patlatalım” deyip gittiler.. aslında en çokta bu koymuştu bana… şimdi karanlıkta diz çökmüş azrailimi bekler gibiydim… ( aklıma geldikçe hala kötü olurum.. hem yalan yok beyler, ben bi insana öyle vuramazdım.. atacağım 2 tokat 1 yumruktur.. ilerisi canilikmiş gibi geliyor artık)

Bir süre bekledikten sonra dizlerimin uyuştuğunu farkettim.. zaten beynim patlıyordu ağrıdan.. hala zonglamaları duyabiliyodum… burnumdaki kanı soracak olursanız hiç duracağı yok gibiydi.. işin komik yanı kapı 1 metre kadar ilerideyken açıp dışarı çıkmaya korkuyordum.. -”ya hande seni görürse?” diyordu sağ yanımda duran melek… bu darbeler bile bu lanet meleği öldüremediyse artık, onunla yaşamayı öğrenecektim..

Gözlerimi açtığımda revirde yatıyodum boylu boyunca.. okul çalkalanıyordu tabi.. herkes dayak yiyen çocuğu görmek istiyodu.. tepemde ise dekan yardımcısı dikilmiş olayla ilgili sorular soruyordu.. kim ?.. neden? ..nicin?..

Bişey söylemedim.. isim cisim vermedim.. ama delikanlılıktan da değil he. söylesem n’olcak? nasılsa o “güçlü” babaları gelip kurtarmayacak mı onları? olan yine bana olacak… hem dayak yiyen, hem suçlanan, hem ispiyoncu olan “ben” olacaktım.. kaldı ki ben yediğim dayağı unutmuştum bile.. kimin neden niçin attığını da takmıyodum kafama.. şimdilik hande de umurumda değil.. tek umrumda olan ailemdi… nasıl gidicektim ki eve.. yine annem suratıma tokat atarsa, ya yine canımı yakarsa..hem annemin atacağı tokat kadar ağır olamazdı yediğim dayak.. babamı hiç düşünemiyodum bile beni böyle görmesi halinde… neler olurdu kim bilir.. babamı kanser değil, ben eritiyordum istemeden de olsa her geçen gün…

O gün salim beyi arayıp bir kaç gün izin istedim.. neden diye sorduğunda cevap veremedim.. yalan atmak gibi bir riyakarlık içerisine hiç girmedim bu yüzden de cevap vermedim.. patron hemen anladı birşeyler gizlediğimi bu yüzden de izin vermedi.. gel işe dedi ve telefonu kapattı.. sedyeden doğrulup kalktığımda tepemdeki hemşire biraz daha kalmam konusunda ısrar etsede dinlemedim.. bir hışımla kalktım, kapıyı açtığımda tam karşımda duruyordu kalbimin sahibi.. eğilmişti boynu, gözleri buğulanmış cam gibiydi.. karşımda onu görmemle ağrılarımın arttığını hissetmeye başladım.. içimden bu zonklamaların biraz daha artması için dua ediyordum.. ağrılarımın şiddeti ile insanlık dersi vermekti bu güzel kıza niyetim..

Karşımda titreyerek duruyodu. sanki okadar dayağı ben değil o yemişti.. bir de laf aramızda, utanıyodum beyler.. ne biçim erkeğim diyorum içinden.. kızgınlığım ve kırgınlığım, aşk ile savaş halindeydi.. yormuştu bu hisler beni artık.. sadece şu lanet binadan çıkmak istiyodum hepsi bu.. burnumdaki kan kokusu engelliyordu bu güzel kızın kokusunu içime çekmeyi.. kafasını kaldırıp gözlerime bakmasıyla hıçkırıp ağlaması bir olmuştu.. arkasından sarıldı sımsıkı.. yaralarım daha da acımıştı… normal de iyi hissetmem lazımdı kendimi ama ben daha çok acı hissediyordum? neden?… belki hiçbir darbe kanatamamıştı kalbimi “o”nun dışında.. “o” aslında bana bir darbeydi.. zamansızca fütursuzca gelen bir fırtınaydı.. ilk defa bu kadar yakındım ona ama bir okadar da uzaktım… bir yanım -”ayrıl kızdan düş yollara” desede , diğer yanım -”aptal olma oğlum kal oracıkta, hisset damarlarında geçen kanın ritmini” diyordu.. “sessizlik” dudaklarından çıkan kelimelerle anlamını kaybetti..

hande: özür dilerim herşey için…
ben: ne zaman insan takliti yapsam, böyle oluyor.. sorun bende özür dileme boşuna..
hande: o hayvanlarla insanca konuşursan böyle olur tabi..
ben: (kabahat bendemiydi cidden? dayak yediğim için laf mı sokmuştu bilmiyodum. ama öyle hissettiğim için boynumda olan ellerini geri itip, çekip gittim..)
-tek cümle çıkmıştı ağzımdan.. “kendine iyi bak”..

*bu kendine iyi bak lafını unutmayın ileride açıklama yapacağım beyler

Dışarı çıktığımda garip bakışlara aldırış etmeden yaktım bir sigara.. tıpkı kahvaltı sonrası günün ilk sigarası gibi güzeldi dayak yedikten sonraki yaktığım o meret.

İçime çektiğim o duman, yaralarıma merhem gibiydi.. dudağıma bir şarkı yapıştı, delicesine öper gibi çıkıyordu sözler dudaklarımdan..

“çok zor günler geçirdim vaktiyle alemde
savaşlar çırpınışlar nihayetinde
aşık olmak kısmetmiş yar sana
aşık olmak kısmetmiş yar ”

Ulan aşk dedikleri buydu sanırım.. millet yüzüme bakarak ayıplıyordu adeta beni.. ben ise kimseye aldırış etmeyerek tutturdum bu şarkıyı dilime.. “bu yaralar bereler sanadır bileler.. göreler aşkımı, şahidim gök kubble”

Dükkana geldiğimde salim abiyi kapının önünde çay içerken gördüğümde, yol boyunca mırıldandığım o şarkı şimdi midemde bir kıramptı.. yüzümün hali hatırı sayılır morluklarla çepeçevre sarılmıştı.. ve haklı olarak salim bey elinden atıverdi çay bardağını.. ilk defa onu bu kadar sinirli gördüm… ağzından ilk defa bu kadar ağır küfürler çıktığına şahit oldum… ilk önce çekindim, korktum.. ( korkum beni işten atmasıydı. sonuçta patron adam beyler, ne kadar babacan birisi de olsa adamın oğlu değilim ki kahrımı çeksin. kapının önüne koymasından korktum aslında) .. -”sana bunu kim yaptı evlat” cümlesini ezberlemişti sanki.. ağzından başka tek bir cümle çıkmıyordu.. içimdeki bu korku yavaşça yerini kızgınlığa bırakmaya başlamıştı.. bana acıyomuydu yoksa bu adam? durumum acınacak kadar kötümüydü?.. halimi gördükten sonra hastaneye gidelim diye her ne kadar ısrar etsede ben onu bu kararından vazgeçirip izini koparmıştım.. bi nebze olsun rahatlamıştı içim..

Şimdi asıl zorluk eve gitmeyeceğimi bizimkilere söylemekti… hemen çarşıdan çıkıp sahafların yolunu tuttum.. yine rotam ahmetin yanıydı.. bu geceyi de ağrılarımla, hüznümle, kederimle birlikte ahmette geçirecektik.. yoldan geçerken hatırı sayılı esnaf abiler tanır beni.. her yüzümü halimi gören usulca sokulup nedir bu halin dedi? çoğu da siz kardeşlerim gibi babacanlık yapıp “gidelim dağıtalım mekanı, kıralım kemiklerini” dedi.. ne olcaktı ki kırdırsam kemiklerini, öldüresiye dövdürsem ne değişecekti?
-belki ucuz bir romandaki cümle gibi olacak ama -”benim ne farkım kalacak onlardan?” … benim bu hale gelmemde ki en büyük etkenlerden olan hande yi etkilermiydim bi zengin piçlerin kemiklerini kırsam? ya da en basiti acılarım hafiflermiydi?
- ” siz daha cevaplamadan ben söyleyeyim dostlar, hiç bir bok olmuyor.. dayağı yediğimle kalırım şu saatten sonra hepsi bu..”

Hemşirenin verdiği o kadar ağrı kesiciyi midemin en ücra köşesinde saklayıp, rakı’ma buzlu bir yol açtım içimde.. bu gece içecektim arkadaş deli gibi.. içip ağlayacaktım, hep içime attığım acıların feryatları artık odayı saracaktı… fakat bir eksiklik vardı sol yanımda.. arayıp konuşacaktım artık bu kızla.. yeter bu kadar arabesk dedim içimden kendime.. alkolün bana verdiği etkiyle kendimi handeyi ararken buldum… diyalog şu şekildeydi;

hande: alo
ben: sadece dinle beni sözümün üstüne söz söylemeden.. sessizce dinle…
- bu gece taktığım bütün maskeleri bir kenara bırakarak yanına gelsem.. ve sana deliler gibi, çocuklar gibi aşığım desem , dışarı çıkıp sende yüzüme 2 çift laf söylermisin?
hande: floryaya yaklaşınca ara beni tekrar. görüşürüz.

İşte şimdi binmiştim bir alamete gidiyodum kıyamete.. bugün bu iş bitecekti iyi veya kötü.. belki hazır değildim ondan gelecek olumsuzluklara.. ama sevgi beklemek değilmiydi, sevdiğinin gelmeyeceğini bile bile beklemek…

Artık yola koyulma vaktiydi.. gece yarısına yaklaşmadan çıktım evden.. artık bir yolculuğa çıkarmanın vakti geldi ey gönül!

önceden de söylediğim gibi ahmet’in evi eminönündeydi… floryaya en kestirme ve ucuz gidiş; sirkeciden trene binmekti.. öyle oldu .. ama sirkeciye kadar yürüdüm.. rüzgar, yara ve morluklarla kaplı yüzüme adeta masaj yapıyodu.. soğuk, acılarıma iyi geliyordu.. yolda sakız aldım bir de .. ağzım alkol kokmasın diye sakındım… gidiyordum dostlarım… sevdiğime gidiyordum.. sırtladım umudumu sırtıma.. gidiyordum işte…

Herşeyin planını yapmıştım.. konuya nasıl gireceğimi, ona nasıl sevdiğimi söyleyeceğimi.. jestler- mimikler ben konuşurken havalarda uçacaktı.. onu konusmamla etkilemek için ne gerekiyorsa yapmalıydım.. gar’a geldiğimde trene bindim ve uzun yolculuğum başladı.. ne zordur bilirmisiniz beyler, sevdiğinize giderken o bitmek bilmeyen lanet yollar git gide uzar .. ömürden, ömür çalar… aslısı sadece sirkeci- florya mesafesiydi gideceğim yol… yoldayken düşünmeye devam ediyordum hala, ona nasıl durumu izah edeceğimi.. onu nasıl sevdiğime ikna edeceğimi… tam hatırlamasam da çok fiyakalı sözleri beynimin bir köşesine kazıdım durdum..

yol artık beni, ‘o’na doğru çekiyordu.. elim telefona gitti ve arayıp yaklaştığımı söyledim… artık buluşacağımız yeri de biliyodum.. artık Dakikalar kalmıştı beyler herşeyin sonlanmasına…

Dediği parka gittim ve beklemeye başladım. zaten buluşmak istediği yer istasyonun hemen arkasında kalan ufak bir parktı.. uzaktan gördüm bana yaklaşan bir silüet..

Yaklaştığında parkın o turuncu ışıkları yüzüne vuruyordu.. bana yaklaştıkça, yüzü aydınlanıyordu.. yüzüne hoş bir eda ilişmiş, yaramaz ufak çocuklar gibi gülümsüyordu… üzerinde gri uzun bir hırka vardı.. içinde siyah boğazlı ince bir kazak.. altında siyah bi kot ve çizmeleri.. ha bide siyah kepi vardı kafasında.. ( hiç unutmuyorum beyler … ) belli ki evden bir kaç dakikalığına kaçabilmiş.. montu bile üzerinde yoktu bu zemheri ayazında..

Kalbimin atışı bu sefer farklıydı.. çünkü her hızlı çarpışında, göğüs kafeslerim ağrıyordu yediğim tekmelerden dolayı… (hande nin boyu 1,70-1,72 civarında, benim ise 1,81) .. ayaklarının ucuyla dikildi, elleri arkasında kabadayı gibi geldi karşıma.. tam hoşgeldin diyecekken

ben: “hoşg… ”
Hande: “şşşşşştt” … dedi (işaret parmağıyla dudağıma dokunarak.. beni susturduktan sonra devam etti usulca).. -”telefonda beni susturdun şimdi sıra bende beyfendi” .. ( elini dudağımdan çekip yüzümdeki yaralarda dolaştırdı..)

Dünya ayaklarımın altından kayıp giderken, kimliğimi, nefsimi sorgularken biz sadece 4 kişiydik.. 4 sevgili… bir ben, bir o.. bir de gölgelerimiz… artık gölgeler birbirlerini tamamladılar.. bir bütün oldular..

Dudağıma dokundu dudağıyla, ve ben artık nefes almaya başladığımı hissettim.. bu acımasız dünyada bir hayat öpücüğüydü beni uyandıran..

dudakları dudaklarıma bir kaç saniyeliğine bile mühürlenmiş olsa da merhem olmuştu yaralarıma.. hiç hayatımda tatmadığım, adına aşk dedikleri o tat artık dudaklarımdaydı.. demeyin bana şimdi 2-3 saniyeyi bu kadar uzun nasıl anlatıyorsun.. bu birkaç saniye için bir kitap yazabilirdim.. hatta bana saliselik bakışlarıyla önsöz yazabilirdim.. adını hiç koymadığım, hiç başlayamadığım romanın ön sözü olabilirdi o güzel gözleri…

varsın burnum harabe olsun.. hiç alamasın kokusunu.. artık dudaklarımdaydı her gece özlemle andığım kokusu.. artık yakmıştım bütün gemileri.. varsın dünya cayır cayır yansın “banane” !! umurumdamı ki etrafımda olup bitenler.. tanrı beni bu gece için yolladı dünyaya, şimdi alsa beni yanına koymazdı ki ayrılmam bu dünyadan…

Dudakları dudaklarımdan ayrıldığında bir kez daha sızlamaya başladı yumruktan patlamış dudaklarım.. kanıyordu biliyorum ama bunu sadece ben hissediyordum ‘o’ değil…

sessizliği, yine dudaklarından çıkan kelimeler paramparça etti.

hande: artık gitmem lazım “sevdiğim” …

(sevdiğim? bir kelime ancak böyle güzel bi dudaklara yakışırdı… )

ben: peki sevdiğim…

(bir sıfat sadece böyle bir kalbe yakışırdı… )

ilerleyen dakikalarda ne kadar çok ısrar etsemde eve bırakayım diye, reddetti beni.. bende çok ısrarcı olmadım.. ama anlaşmıştık eve gidince haber verecekti..

telefon çalana kadar çakıldım kaldım bank-ta.. oturdum ve bekledim kuru ayaza aldırış etmeden..

ve telefon çaldı..

hande: geldim ben ( kısık sesle konusuyordu, anladım ki evdekilerin duymasını istemiyordu.. fazla uzatmadan teli kapadım ve yola koyuldum)

artık nefes alıyodum beyler… yaşıyordum.. yürürken bunu hissediyordum… bir kaç saniyede hayata döndürmüştü, hayat öpücüğünü kondurunca dudaklarıma..

Florya dan eminönüne geri dönüş tam bir kabustu.. tren seferi yoktu… metrobüs durağına kadar yaklaşık 10 km yürüdüm .. 1 kere polisler çevirdi kimlik kontrolü diye.. yüzümün halini sordular .. baya beklettiler kimlik sorgusu için. ama ben hala salak salak gülüyodum.. polisin biri kızarak;

-oğlum sen piskopatmısın? gece gece alırım seni ayağımın altına. bi sopa da bizden yeme. adam gibi dur karı gibi sırıtma !

bilse bu an’ı yaşamak için nelerden geçtiğimi alnımdan öperdi ama hiç gerek yoktu. uzun bi süre kimse beni öpmesin.. dudaklarıyla attığı imza hiç silinmesin diyordum içimden..

Zar zor evin yolunu bulsamda o gece hiç bitmesin istiyodum.. buzdolabında kalmış 1 birayı tek seferde içtim.. eve gidince mesaj attım eve geldiğimi söyledim.. cevap gelmedi ama takmadım kafama ..saat çok geçti uyumuştu belli ki… gökyüzü aydınlandığında uyuyakaldım.. nasılsa rahattım çünkü ertesi gün ne sınav ne okul ne de iş vardı.. dükkan dan aldığım izin ilaç gibi gelmişti..

sabah kalkar kalkmaz aynaya baktım.. çünkü eve gitmem lazımdı.. ve yüzümde ki yaralar iyice şişmişti.. yüzüm tanınmayacak kadar şişti.. güne 1-0 yenik başladım.. ama ‘o’nun bir “günaydın” mesajı herşeyi unutturmaya yetmişti..

öğleden sonra eve gitmeye karar verdim ve kendimi evin ziline basarken buldum.. asıl hikaye burda başlamıştı işte

Aklınızdan geçtiği gibi bu sefer tokat yememiştim annemden.. babam çıkmamıştı.. abim herzaman ki gibi yoktu..

Israrla zile basmama rağmen kimse yoktu… aklıma milyonlarca kötü şey gelmeye başlamışken komşumuz elif abla çıktı cama.. ve babamın fenalaştığını, kötüleştiğini söyledi.. bu olmamıştı işte.. şimdi değildi … gel-gitler yaşıyordu aklım… komşuya dakika da onlarca soru sormama rağmen birşey bilmediğini söyledi… abimi arıyorum ama açmıyordu.. babam ise telefonunu, sesini kaybettikten sonra kullanmamaya başlamıştı.. üzülüyordu lan adam işte, sesini karşı taraf duymadığında.. o da kesin çözüm olarak telefonunu kapatmakta bulmuştu… çaresizce evin önündeki merdivenlere yığıldım ve çaresizce bekleyişim yerini karamsarlığa aldı..

Çaresizce beklerken, abimin arkadası arabasıyla geldi durdu önümde.. kurtarıcımdı aslında benim… bindiğim gibi hastaneye gittik.. nasılda aklıma gelmedi okmeydanı ssk ya gitmek… yolda ağzını bıçak açmadı umut abinin.. biliyodum vardı birşeyler.. ama tek bildiğim babam beni görmeden bırakmazdı, gitmezdi lan biryere.. elimi tutmadan, bana daha hayatı öğretmeden, bırakamazdı beni.. hem daha rakı içecektik mezuniyet günümde.. babam söz verdiği zaman tutardı.. lafını yemezdi hiç..

Gittiğimde o kalabalık koridorda, bir umut eli bekliyordum bana uzanan.. abim beni gördüğünde yüzüme olan biteni algılamaya çalışıyordu.. aldırış etmeden babamı sordum.. içeride olduğunu ve içeri almadığını söylediler.. annem yanındaydı fakat bilirim biçaredir şimdi ‘o’ … beni görmek ister yanında.. doktorla konuşmak, olan biteni anlamak istiyodum.. hemşireler hiç oralı bile olmadı.. devlet hastanesi ya.. kim ipler seni..

Abim doktorla görüşmemi sürekli engelleme çabasındaydı. ama hiç umursamadım inatla doktoru bekledim yaklaşık bir buçuk saat.. sonunda sıra bana gelince gittim odasına konuştum… doktor babamın tedaviye başlamayı reddettiğini söyleyince başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü.. ne demekti bu? dağ gibi adam gözümün önünde erirken, ben boşa mı uğraştım? abim yanımda belirdi.. utanmadan, sıkılmadan, yüzü kızarmadan bana dediği kelimeler şöyleydi;

Abim: oğlum tedavi pahalıydı, ilaçları alacak gücümüz yoktu.. sana belli etmedik…

-babamın sesinin her geçen gün kısılması, yavaşça sesini kaybetmesi.. yemeklerden tat alamamasını hep ilaçlara bağlamıştım oysa ki… inanmıştım yalanlarına.. beni de günahkar etmişlerdi bu büyük günahlarına… insanlığıma lanet etmeye başlamıştım bir kez daha.. adamlıktan bahseden “ben” ! , daha evimin içinde canımdan, kanımdan olan abimin haysiyetsizliğini hesaba katmamıştım oysa ki..

Ne için bu kadar didindim.. ne için kendimi hırpaladım.. ne için umutlarımı bu denli yeşerttim… babam olmadan mezun olmanın ne anlamı vardı ki? sonunda babamla kadeh dokuşturamadan -” sağlığına babam! ” diyemedikten sonra umurumdamıydı mezuniyet günüm.. babam kahveye gidip gerile gerile “oğlum mühendis oldu!” diyemedikten sonra mühendis olsam ne yazardı?

dışarı çıktım ve son nefesimi sigaraya verdim.. çektim derinden..her derin çekişimde, ucundaki ateş çıtırdamaya başladıkça yanmak istedim o ateşte bende.. kor olup salmak istedim küllerimi rüzgara…

masallarda yaşamıyordum ki ben.. arabesk bir şarkının bestesiydim bu hayatta.. damarımın üzerindeki jilet izleri, hayatın arabesk şarkısını ezberletmeye yetmişti aslında..

doktorun sözleri beynimin içinde çınlıyordu;

aşırı öksürmekten dolayı fenalaştı babanız.. bir öksürük kimin bu kadar canını yakabilirdi ki…

Yukarı çıktığımda ben bile kendime şaşırıyordum.. ağlamıyordum çünkü.. heykel gibi dikilmiştim babamın yattığı odanın kapısının önünde.. günlerce işlenen bir günaha ortak olmuştum.. günahkar olmuştum.. hayatım boyunca taşıyacağım vicdan azabının bekçiliğini yapmak üzere usulca vicdanımla yüzleşiyordum… mikrop kapmasın diye tedbir amaçlı giydirdikleri önlük ve maskeyle babamın celladı olmuştum..

İçeri girdiğimde o dört duvar, bana hoyratça yumruk sallayan dört züppeden daha da ağır vurmuştu yumruklarını.. annem sandalyenin tepesinde, attığı yalandan dolayı yüzüme bakamaz bir biçimde ezilip büzülüp oturuyordu.. babam ise gözleri açık bir şekilde elini uzatmıştı bana… af diler gibiydi.. gözyaşlarım durmadan aktı.. aktı… hiç durmadı.. sessizce ayakta ağlıyordum..

babamın gözünden bir damla yaş süzüldü boynuna doğru.. aktı gitti… – babamın bir damla gözyaşına boğardım dünyayı.. seline kapılırdı gözyaşının dünya.. uğruna feda ederdim bu canı sorgulamaksızın…

konusmadı benimle.. zaten konusacak sesi çok uzaklara göç etmişti.. boğazımdaki ağrı hiç geçmedi.. hiç durmadı sancısı…

annem -”oğlum” diye seslendi ama nafile.. bir işaretimle sustu o fedakar ama günahkar kadın..

Çaresizliğim hastane koridorlarında devam etti günlerce… ne sınavlar, ne iş ne de hande umrumdaydı.. hande defalarca mesaj atsada, arasada; telefonun sesleri hastane koridorlarında yankılandı günlerce, haftalarca…

doktorla son görüşmemizde boğazını delmek istemediklerini, tedaviye acil olarak başlarlar ise başarılı olma ihtimalinden bahsediyordu.. babam iyi olacaktı… içimdeki hüzünü kaplayıverdi umut denilen lanet hastalık.. lanet hastalık diyorum çünkü yaklaşık bir sene yaşadım ben bu hastalıkla..

dondurdum okulumu, salim abiyle konustum ve tam gün aralıksız çalıştım.. pazar günleri dövizci kapalıydı, o günlerde de sahaflardaki eski dükkanımda çalışıyodum.. handenin aramalarına kayıtsız kalmıştım..onu görebilecek gücüm yoktu.. zaten zamanla aramaları seyrekleşti.. mesajları kesildi.. içimdeki yeşeren umut, onun umudunu göreltmişti.. benim umudum, onunla yaşayamadığımız aşkımızın celladı olmuştu…

bana demeyin şimdi neden arayıp söylemedin kıza diye.. ne diyecektim? abim beni kandırdı.. annem babam beni kandırdı.. babam ölüyor yetiş mi diyecektim? aklım ailemde olmalıydı.. seçme şansım yoktu.. ben doğru olanı yaptım.. bir kez daha seçme hakkım olsaydı yine yanardım bu ateşte…

Çalıştım aylarca.. durmadan, bıkmadan, yorulmadan.. içimdeki umut denilen hastalık vücuduma yayılırken ben hala güneşi görmek için gökyüzüne dikmiştim gözlerimi…

babama söylemiyordum okulu dondurduğumu.. o hala bakışlarıyla gurur duyuyordu benimle.. attığım bu yalan, bana söyledikleri yalanın diyetiydi.. belki de böyle avutuyordum kendimi…

mecburdum yalana.. mecburdum okulu bırakmaya.. mecburdum evimizin direğine bakmaya..

handenin attığı mesajları okumadan siliyordum.. kafamı meşgul etmesine izin veremezdim.. zaten handenin çabasıda kesildikten sonra telefonum doğru düzgün çalmadı bile..

Geceleri kafamın yastıkla buluştuğu anlarda, aklıma gelirdi sevdiğim… mühürü hala dudaklarımdayken, kolay değildi unutması..
her gece içiyordum, unutmak için.. babamı..annemi..abimi… handeyi.. hatta kendi benliğimi…

kimbilir ne düşünüyordu benim hakkımda zavallı kız.. ağlattım mı acaba onu da? yaktım mı canını? bu sorular kafamın içinde dönüp dolaşırken sağ tarafımdaki şeytan güç alıyordu adeta bu çaresizliğimden… kulağıma fısıldadı usanmadan her gece ‘o’ nun ismini..

iş yerinde mesai arkadaslarım, patronum halime üzülmesin,acımasın diye güçlüydüm her geçen gün..salim bey, bir kaç kere sıkıştırmaya çalıştığında cebime avantadan parayı, reddettim düşünmeden.. kaldırdım yerdeki ezilen gururumu.. çalışmakta iyi geliyodu zaten dostlar.. unutuyordum sağ omuzumdaki şeytanı..

Elime geçen parayı kendi ellerimle hastaneye götürüyodum.. bir kere daha kandırılmayı göze alamazdım.. gel zaman git zaman babam gözlerimin önünde eridi.. bitti..tükendi..

bir gün hastaneden gelen telefonla irkildi yüreğim.. arayan doktordu.. ağzından döküldü benim celladım olacak kelimeler.. doktor olacak o adam gözünü dikmişti babamın boğazına… gel görüşelim dediğinde anlamıştım işin ciddiyetini.. teslim olmamak için gittiysem de pes etti mantığım, senelerini tıp’a adamış sözde bilim adamına..

devlet hastanesi olduğu için 2 hafta sonraya gün verdi.. benim miladım o gün oldu aslında.. “yaşamak direnmektir.” sözünü hayatımın felsefesi olarak gören ben! , artık pes etmiştim çaresizce, elimden akıp giden umudu yitirirken…

Babam artık kabullenmiş kaderini .. günler sonra gelecek olan ameliyatını beklemekteydi.. zaman geçmedi.. dakikalar, saatler, günler..

5 veya 6 gün kala (tam hatırlamıyorum) eve rakı alarak girdim.. aylarca içeri girmesi zinhar yasak olan, o şişe artık eşikten içeri girdi.. o gece içecektim babamla.. ben mezundum artık hayat üniversitesinden.. kutlamalıydık bu güzel günü babamla, annemle.. annem biber dolması yapmış ( hiç unutmam) tencereyi açtırmadım bile.. hemen gidip balık aldım ve orda balıkçıda pişirtip, koşarak eve geldim soğumasın diye.. annem sofrayı kurmuştu..rakı kadehi babamın dudaklarıyla buluşmak için can atıyordu..biliyordum.. hissediyordum..

- vefasız abim ise çalışıyorum ayağına takılıyordu geceleri arkadaslarıyla.. ona fazlaydı bu dram.. haklıydı kendince.. yorum bile yapmıyorum ona..

o gece içtim babamla, canımla, kanımla.. o bir dubleye kafi dedi.. ben ise durmadım..’o’ sindire sindire “son” dublesini içerken, ben koyvermiştim kendimi.. içtik… konuştuk.. güldük..eğlendik.. efkarlandık..

vcd ye babamın sevdiği cd yi taktım.. ağladı… o ağladıkça ben devam ettim türküsünü söylemeye, ağlayarak..

o gecede diğerleri gibi hemen bitmişti… bünyem artık alışmıştı bu bitmek bilmeyen hüzüne.. babamın ameliyat günü geldiğinde, canımdan can aldılar… canımın diğer bir yarısını soğuk ameliyathanede bırakmıştım… çaresizdim…

Ameliyata girdikten sonra saniyeler dakikaları kovaladı.. sonra saatler peşi sıra geldi.. ameliyat çıkışı doktorun “herşey yolunda, kontrolümüz altında ama siz yine de dua edin allah’a” demesiyle anlamıştım, yolunda gitmeyen birşeylerin olduğunu.. ne yapabilirdim ki? elim kolum bağlı bekleyecektim işte.. ama o bekleyiş çaldı benden gelecek 10 senemi…

Bekleyişim odaya girmeye izin çıktığında, yerini koca bir hüzüne bırakmıştı… annemin ” iyi olacak herşey..” demesiyle içimde ki acı kat ve kat artıyordu…

umutsuzca ölümü istiyordu babam.. hissediyordum… hangi baba, oğluna bu şekilde gözükmek isterdi ki..

romanlarda ki, dizilerde ki, filmlerde ki gibi değildi benim babam.. öyle hayal ettiğiniz gibi babayiğit, ulu çınar gibi asalet içerisinde ihtişamlı duran birisi değildi.. zayıftı, yorgundu.. kafasındaki saçları terk etmişti daha 40ına merdiven bile dayamadan… vücudu küsmüştü sanki, nefret ediyordu babamdan.. küsmüştü yıllara babamda.. çok yormuştu ‘o’nu acımasız geceler.. o derdine düşmüştü evine ekmek getirmenin… aldığı üç kuruşluk parayı öyle güzel harcamasını biliyordu ki.. banka müdürleri bile yanında halt yemişti, ortaokul mezunu babamın yanında..

Boğazındaki o delik aslında acıtmıyordu babamın canını.. ama utanıyordu, biliyordum… savaş veriyordum adeta o deliğe bakmayayım diye.. bakışımı babam yakalarsa üzülür diye… o lanet delik günden güne eritiyordu babamı… ve aylar geçti…

Abim ise vurdumduymazlığı ile her geçen gün gözümde bir kat daha bitiyordu.. zavallı annem ise artık abim ile olan kavgalarımızda ortada kalmaktan tükenmişti.. bıkmıştım artık abimin sevgilisiyle alakadar olmasına.. ulan ben okadar şeyi bir kalemde siliyodum da … ya etrafımda can’ımdan kan’ımdan olan insan, yeni bir hayata gözlerimin önünde yelken açıyorsa… dipsiz, uçsuz deryalara sürmüştü yelkenini artık abim.. bir de utanmasa benden rüzgar dileyecek.. korkusu vardı tabi o deryanın ortasında kalmaktan..

çok canım yanıyordu, gördüklerimden ve göreceklerimden… aslında kıskanıyordum ben abimi.. onun kadar sorumsuz olamadım diye.. evin derdini tek başıma sırtlayınca kahraman olamayacağımı, annemin sürekli abimi kayırmasından anlamıştım..

günler geçtikçe aldırış etmedi abim, babamızın böyle yitip gitmesine.. annem ise safını belli etmişti artık.. hayat gerçekten bir savaş alanıysa ikimiz için.. annem güçlü olanın yanında duracaktı tabiki de.. abimi evimizin babası ilan etmişti.. ne baba ! evlilik için para biriktirdiğini öğrendiğimde evden bir cenaze kalkmıştı… hiç kimsenin ağlamadığı, ağıt yakmadığı bir cenazeye şahitlik etti gönlüm.. siz hiç ölmemiş birini diri diri acımadan toprağa gömdünüz mü? – ben abimi emanet etmiştim artık toprağa.. tabi kabul ederse…

Biliyordum “utanma” diye bir kelime varsa, bizim eve hiç uğramamıştı.. etrafımızdaki insanların alaycı bakışları arasında nişan hazırlıkları adı altında rezilliğe şahitlik edecektim.. ama kızmayın hemen bahanemiz vardı beyler.. – abimin mürvetini görmeliydi babam… bu sözler yıkmıştı artık yüreğimi.. organlarım iç içe geçmişken, annem hazırlıklara başlamıştı bile… babam ise durgunluğu ve suskunluğuyla duruyordu.. onlar sanıyordu ki babam razı.. alan razı, veren razı..

Onlar nereden bilecekti ki babamı? yarım ömrünü devirmiş eşi bile tanıyamamışken babamı, abimden medet ummak zırvalık değilmiydi..

Babam durgundu, çünkü üzülüyordu haline, üzülüyordu bizi daha yolun başındayken bırakıp gideceğine..
babam suskundu, çünkü küsmüştü artık hayata.. karşılığı bu mu olacaktı der gibi bağırıyordu sessiz çığlıkları evin dört bir yanında..

Neyse ki babamın yüreği dayanamadı.. artık bu geceden tam 8 ay 3 gün önceydi.. toprak istedi o dev çınarı.. açtı, susuzdu.. adam gibi adam istiyordu bereketine bereket katmak için, toprak… hiç düşünmedi babam gitmemeyi.. gitmeliydi ki görmemeliydi bu rezaleti… gitmeliydi çünkü adamlık dersi vermeliydi toprağa.. hiç olmazsa üzerine basan ve kendini adamdan sayanları sallayacaktı… adına belki de deprem diyecektik biz.. ölümle yaşam arasında anlayacaktı herkes, hayatın ne kadar kısa ve anlamsız olduğunu..

Bundan tam 3 gün önce tam 8 ayını dolduran babama ithaf ediyorum bu yazımı..



Konu Linki:   http://inci.sozlukspot.com/w/metrobüste-kızılötesi-ile-kız-kaldırdım/

0 yorum: