Bugün Telefonun Çalmasıyla Uyandım

18 Haziran 2013 Salı yazildi.






arayan kimse daha önce 2 kere daha aramış ancak uyanamamışım. telefonu açtığımda çok güzel bir ses tonuyla bana günaydın diyen bir ses duydum. evet bu onun sesiydi. nasılda heyecanlanmıştım çocuklar gibi. evet evet bu oydu. banka geçikmiş 500 tl kredi borcum için aramıştı beni. kız bu günde bu parayı ödemessem icra yoluna başvuracaklarını söylüyordu. irkildim bir anda. fırladım yatağımdan.
muhteşem günüm güzel bir telefonla başlamıştı işte. hemen cebimdeki diğer kredi kartımla borcumu telefondan kapattım. tanrım ne kadar şanslıydım. mutfaktan mis gibi kokular geliyordu. güzel bir kahvaltı beni bekliyordu. koşarak mutfağa gittim. ocağın üstündeki tavayı büyük bir mutlulukla açtım. sürpriz. işte günün küçük sürprizi. içinde sadece yağ kalmış. sucuk bitmiş. oh mis. oturdum bir güzel ekmeğe banıp banıp yedim yağımıda. böylesine güzel bir kahvaltının ardından işe geç kalmamak için hemen ayakkabılarımı giydim. kol saatimi koluma taktım. saate baktığımda 11'di.


tebessüm ettim. 3 saat işe geç kalmışım. neyseki iş yerindeki patronum bunu hoş görüyle karşılayacak hatta belkide gülecekti. koşarak metrobüs durağına yetiştim. ne kadarda güzel gelen metrobüsün içinde adım atacak yer yoktu. çiftleşmeyi ilk defa bu kadar yakından keşfedebilecektim. hahaha harika bi gün. bindim metrobüse. arkamda orta yaşlarda bir amca dayıyordu bana. önümdede hoş bir liseli kız. ahah bende ona dayıyordum. bu şekilde iş yerine vardım ve avcılarda yüzüm gülerek metrobüsten indim. inerkende arkamdaki amcaya ve önümdeki kıza teşekkür etmeyi ihmal etmedim.


iş yerine nefes nefese vardığımda iş yerindeki çok zeki ve yetenekli iş arkadaşlarım bana somurtarak bakıyorlardı. hahaha işte iş yerindeki pozitif enerji bu olsa gerek. patronum yanıma geldi ve kibarca "bu günde geç kaldın sevgi kodumun çocuğu" diyerek beni uyardı. nazik adam. bu günde kovulmadım sanırım. kendisine gülümseyen bir surat ifadesiyle dönerek "uyanamamışım. beni mazur görün." dedim. sağolsun oda anlayışla karşıladı. "maaşından kesinti yapıcam muallaknin evladı şimdi gibtir git işinin başına" diye cevap verdi. bu günde kovulmadım. benim patronum iyidir demiştim. hemen masama geçtim.


ön masamda oturan iş arkadaşım sude. dakikalardır gözlerimi ondan alamıyorum. genç, güzel,yetenekli tıpkı benim gibi. bu gün yine her zamanki gibi çok güzel. ruhunun güzelliği yüzüne yansımış sanırım. oda benden hoşlanıyor. sonunda göz göze geldik ve o bal dudaklarıyla bana "ne bakıyorsun sen aptalmısın" dedi. hahaha benimle konuştu. gülümsemeye devam ettim. oda benimle samimiyet kurmak istiyor aslında belli. bana orta parmağıyla hareket çekti. çok tatlı bu kız. sonra yerinden kalktı ve patronumun odasına girdi. gerçi patronumun odasındanda pek çıktığı yok ya. sürekli elinde dosyalarla patronumun odasına giriyor. canım benim patronum artık onu ne kadar bunaltıyorsa çıktığında hep göğsündeki düğmelerin ilikleri açılmış olarak çıkıyor. ama genede yüzünden gülümseme ekgib olmuyor.


patronum beni odasına çağırttı. bugün aldığım en güzel haber bu olsa gerek. aylardır beklediğim zammı sonunda verecek. heyecenla fırladım yerimden ve ceketimi ilikleyip kapıyı çaldım. o narin ses tonuyla "gir" diye bağırdıktan sonra içeri girdim. patronum çalışanlarıyla arkadaş gibidir. onun en çok bu yanını severim. bizimle konuşurken hiç kendini kasmaz, sokak ağzıyla konuşur. odaya girdiğim gibi bana baktı ve "kovuldun şimdi gibtir git burdan" diye bağırdı. o farkettirmek istemesede yüzündeki masum adamı gördüm. ona dikkatle baktım. şirketin mali durumu yüzünden beni istemeyerek işten çıkarttığını hemen anladım. beni üzmemek için yaptığı numaraya devam etti. "hala yüzüme bakıyor oğlum gibtir git diyorum hayvan herif defol git burdan" bende hafifce gülümseyerek odasından çıktım.


çıkmadan ofisteki iş arkadaşlarıma "hoşcakalın ben uzun bir tatile çıkıyorum" dedim. hepsi o kadar üzüldülerki kimse dönüp bakamadı bile. bende gülümseyerek yürüdüm gittim. şemsiyemi yanıma almamıştım. yağmur başladı. bu iyi bir haberdi. metrobüse kadar bu uzun yolu bu güzel yağmurun altında yürüyecektim. donuma kadar ıslandıktan sonra metrobüse bindim. bu sefer o kadar kalabalık değildi. ama sabah bana arkadan dayayan amcanın biraz ötede oturduğunu farkettim. tıpkı eski bir dostu, eski bir sevgiliyi görür gibi oldum. sevindim. oda bana baktı. elimi kaldırıp gülümseyerek selam verdim. amca beni pek giblemedi bile. sanırım tanımamıştı


hayat bana güzel diyorum bazen. hayatımda her şey yolunda gidiyor. eve geldiğimde benim anlayışlı karım mutfaktaydı. romantik anları seven biri olduğunu biliyordum. bu yüzden ona arkadan sarıldım. tıpkı metrobüste amcanın bana yaptığının bir benzeriydi bu. karım irkilerek "ne yapıosun be salak" diye bağırdı. kocaman bir kahkaha attım ona. "günaydın" dedim sımsıcak bir gülümsemeyle. "senin bu saatde işte olman gerekmiyomu, genemi kovuldun allahın belası" diye bağırdı bana. her şeyi yanlış anlamıştı. patronumun iyi niyetinden tamamen habersizdi. "hayır hayatım sadece tatildeyim" dedim. bana bir tokat patlattı. insan sevdiğine zarar vermek istermiş. beni sevdiğini her zaman biliyordum. biricik karımdı o benim. gülümseyerek oturma odasına geçtim.


televizyonu açtım biraz. türk televizyonlarının kaliteli yapımlarıda olmasa sanırım evdeyken zaman hiç geçmez. önce adanalının bir bölümünü izledim. bir senaryo bu kadarmı zekice yazılır. bu kadarmı heyecanlı olur. bu diziyi yapanlar gerçekten kazandıkları paranın hakkını veriyorlar. hele o bakışmalar, dizinin neredeyse yarısı zaten bakışmalar. daha sonra kanal değiştirdim. akasya durağı. sanırım bu dizi komedide son nokta. o ince espiriler, o zekice göndermeler. kahkahalara boğuldum. akşam olduğundada muhteşem yüzyıla bakmaya karar verdim. muhteşem yüzyıl özet, reklam, muhteşem yüzyıl geniş özet, reklam, muhteşem yüzyıl yapım belgeseli, reklam derken yeni bölüme gelemeden uykum geldi ve televizyonu kapadım. ahahah bu güzel günde keyfime keyif kattım. televizyon gerçekten bambaşka bir dünyaydı. karım sağolsun rahat yatmam için bana koltukta yatak yapmış. düşünceli karım benim. her başarılı erkeğin arkasında bir kadın var derler ya işte benim arkamdaki kadın buydu.


sabah kalktığımda karım evde yoktu. buzdolabının üstünde bir not buldum. "ben annemlere gidiyorum sakın beni almaya gelme" ahahah bu kadını bu yüzden seviyorum. hem yaşlı annesini ziyaret etmiş. hemde tek geri dönebileceğini, benim yorulmamamı söylemiş. cebimde son 500 lira param var. güzel bir tatil olacağa benziyor benim için. bayat bir dilim ekmek ve zeytinden oluşan mütavezi kahvaltım sırasında telefonum çaldı. arayan en sevdiğim arkadaşım serkandı. aslına bakarsanız tek arkadaşım serkandı. çay bahçesinde buluşup sohbet edecektik. oh mis bu günde canım sıkılmayacak serkandan borç para isterim verdiğindede kirayı ödeyebilirim sanırım. çok şanslıyım ben.


serkan gibi bir arkadaşım olması iyiydi. akıllı, nazik ve ciddi biriydi. hayatımda örnek alacağım tek kişi oydu. çay bahçesinde 2 saatdir onu bekliyordum. geç kalmıştı. ama bu iyiydi. çünkü o yokken 2 çay içmiştim. bu içtiğim bayat çaylarlada karımın yaptığı demli çayın kıymetini anlamıştım. serkanı beklerken yan masadaki amca dikkatimi çekmişti. bir dakika. bu o. işte hayatın karşıma çıkardığı mükkemmel ötesi bir sürpriz daha. metrobüste bana dayayan amca orada evet. yanında bir amca daha tavla oynuyorlardı. seslendim ve elimi kaldırıp selam verdim. dönüp bana baktı. "oğlum gibtir git sevgi goyim" diye bağırdı. bu harikaydı. amca beni tanımıştı. demekki bana önem veriyordu. tam o sırada kafama sert bir şaplak yemiştim. "vay napıon pezevenk!" evet bu serkandı. çok komik bir sulu şaka yapmıştı bana. hemen karşıma oturdu ve bir kahve söyledi.


güzel bir muhabbet geçti aramızda. dedim ya serkan kültürlü, aklı başında ve nazik biridir. beşiktaşın yenilmesi üzerine bütün takıma tek tek sövmesiyle muhabbetimiz başlamıştı. ben futboldan pek anlamadığım için ne dese evet derdim. sonrasında gittiği masaj salonlarını ve apartman yöneticisini nasıl dövdüğünü anlattı bana. aramızda geçen bu koyu muhabbetin sonrasında serkanın nasıl bu kadar harika bir insan olduğunu düşünüyordum. iyiki onunla arkadaş olmuşum. tam evimin kirası için ondan para isteyecektimki serkan hızlı davrandı. "geçen iddiada sağlam maçlara 500 lira bastım sevgi koyayım yattı kupon bana acil para lazım banko maç var versene" ne kadarda sporla ilgili biri. hemen cebimdeki parayı çıkardım ve serkana verdim. oda bana "rahat ol sevgi koyim paranı katlayıp sana getircem" dedi. ona güvendim. daha önce bu şekilde benden milyarlarca borç alıp hiç birinide geri getirmemişti. ama bu parayı vermemle hem arkadaşıma yardım etmenin vereceği manevi hazzı kazanacaktım. hemde bu sefer güvenim boşa çıkmayacaktı. doğru bir iş yapmıştım. sonra bir anda "hadi gömdüm" deyip masadan kalkıp gitti. lakin bu iyiydi. vedalaşmayı sevmem zaten.


bütün paramı serkana verdiğimden çay bahçesinde hesabı ödeyecek param kalmamıştı. bende hesabı istemedim. çay bahçesi kapanmak üzereyken hiç müşteri kalmamıştı. garson gelip "kapatıyoruz artık abi" deyince kahkaha attım. "param yok" dedim gülümseyerek. anlayışla karşılayacaklarına emindim. sonra garson yüzünü sertleştirerek içeriye seslendi. "fuat abi arıza var" içerden iri yarı bir adam geldi yanımıza. sevindim. bu güzel çay bahçesinin patronuyla tanışmak güzeldi. üstelik hesabı ödemememe rağmen tanışmak için yanıma gelmişti. ne kibar adam. "senin derdin ne yarram dayakmı istiyorsun ver lan parayı" diye bağırdı. ben gülümsedim. şakacı insanları severim bende bu şakanın karşılığında ona bir iltifat etmem gerekirdi. "güzel çay demliyorsunuz, bundan sonra hep buraya geleceğim" dedim gülümseyerek. adamda gülmüştü. aramızdaki sıcak bağlantı oluşmaya başlamıştı. sonra bir anda boğazımdan tutup beni havaya kaldırdı. ve yere fırlattı. hahaha bedava gondol. lunaparkta bir jetona 2 lira vermekten iyidir. gülümseyerek ayağa kalktım. sonra beni biraz patakladılar. aslında baya patakladılar. ama bu iyiydi. ne zamandır hastaneye gitmiyordum. bu vasıtayla kan tahlili yaptırıp şekerimide ölçtürebilirdim. hem biraz pataklanmam pgibolojik açıdan banada iyi gelmişti. kaslarım gevşemişti.


eve gelmiştim sonunda. hiç param kalmamıştı. hahaha harcayacak bir paran olmaması çok güzel. kafan rahat. oturudum koltuğa oh mis. diz üstü bilgisayarımı açıp facebooka girdim. işte günün iyi haberi. gerçekten sevilen ve popiler bir insan olduğumun göstergesi. 10 yeni bildirim. serkan senin durmunu beğendi. serkan senin fotoğrafını beğendi falan. benim güzel karım ilişki durumunu ilişkisi yok yapmış. şu facebookun ayarlarını yapmayı öğrenemedi bir türlü. yanlışlıkla olmuş olmalı. biricik eski patronum karımın durumunu beğenmiş. beni kovmuş olsa bile çalışanıyla ve karısıyla bu kadar ilgili olması çok iyi. diyorum ya çevremde hep iyi insanlar var. dolapta kalan tek şey makarna. hahaha. bu akşamda ziyafet bekliyor beni desene.


sabah sımsıcak bir güne uyandım. kartımla para çekmek için bankaya gitmem gerekiyordu. dışarı baktım hava çok güzeldi. yağmur yağıyordu gene bardaktan boşalırcasına. bende fantazi olsun diye şemsiyemi almadım gene. sokakta yürümeye başladığımda yağmur değil dolu yağdığını farkettim. desene bu yolculuk dahada eğlenceli olacak. normalde hiç sıra olmayan atmnin önünde oldukça sıra vardı. hepsi para çekmek için beni bekliyorlarmış gibi hissettim ve sevindim. sosyallik bu olsa gerek hahaha. sonra sıranın önünde biri dikkatimi çekti. tanıdık bir yüz. metrobüsteki amca. gülümsedim. elimi kaldırarak seslendim. selam verdim. arkasını dönüp baktı bana. "sevgi koduğum genemi sen" gülümseyerek evet dedim. amca söylenmeye devam ediyordu "sigtir git lan başımdan delimidir nedir" ben dayanamadım bastım kahkahayı. sıra bana geldiğindede kalan 200 liramı çektim hesabımdan. çekmesem hacizle o 200 lirayada el konulacaktı zaten. hey hat! artık cebimde biraz parada var. sanırım şans yüzüme ufak bir gülümseme kondurdu.


sokakta yürürken bir banka oturdum. o sırada sokağın karşısındaki kuyumcunun alarmı çalıyordu. hahaha. soyulmuş olmalı. ama bu onlara güvenlik önlemlerini arttırmaları ve daha dikkatli olmaları konusunda yarar sağlayacaktı. dükkanın sahibi polis diye bağırıyordu. kuyumcuyu soyan adam bana doğru koşmaya başladı. polis sireni duyulunca hırsız bana elindeki torbayı fırlattı. maddi açıdan biraz sıkıntıda olduğumu anladı sanırım. iyi insanlarda var. refleks olarak tuttum bende. sonra bu kafasındaki çorabı çıkarıp benim kafama geçirdi. hahaha. bir hırsızın bile bazen bir ortağa ihtiyacı vardır. onu nasıl kırabilirdimki. ama ben suçlu değildim bu yüzden ona bu nazik teklifi için hayır diyecektim. derken bir şey göremiyordum. kafamdaki çorabı çıkardım. bir baktığımda çevremde polisler vardı. rıza baba "yere yat pislik herif" diye bağırdı. suç mahaline bu kadar hızlı gelen kaç tane polis tanıyordumki. anlamalıydım. rıza baba ve ekibini görünce gülümsemeye başladım. artık güvendeydim. dediklerini yaptım ve ellerimi kaldırdım.


mesut komser yolda giderken "nasıl yaparsın bunu pislik herif" diyerek bana bir kaç yumruk patlattı. karakola geldiğimizde sorgu odasına oturtutlar. sanırım çay ikram edeceklerdi. ama neden burada olduğumu hala anlayamamıştım. rıza baba içeri girdi ve "pekala evlat neden yaptın ha! söyle neden yaptın böyle birşeyi?" dedi. bende atmden neden para çektiğimi sorduğunu düşündüm. "parayı ihtiyacım vardı yaptım" dedim. rıza baba "artık yolun sonuna geldin." dedi. bende "hayır aslında her gün benim için yeni bir başlangıçtır dedim" sorgu odasında bulunan rıza babanın damadı ali, "adam pisliğin teki çıktı rıza baba" dedi. rıza baba aliye dönerek bunu onayladı. daha sonra sorgu odasından çıktılar.


daha sonra kamera kayıtları nedeniyle beni karakoldan çıkardılar. ne olduğunu bile anlamamıştım. giderken arkamı döndüm ve "ben pisliğin teki çıkmadım rıza baba" diye bağırdım. eve dönerken karımı aramam gerektiğini hissettim. telefon uzunca bir süre çaldı sonra açtı. bir erkek sesi "alo kimsin" diye sordu. bu sesi hemen tanıdım. biricik patronum karımın telefonuna cevap vermişti. "benim patron karımın telefonu sende ne işi var" diye kibarca sordum. biraz geveledi. sanırım hala beni kovmasının vermiş olduğu üzüntünün etkisindeydi. "seni sormak için karın şirkete uğramıştı, telefonunuda burda unutmuş" dedi. sesi nefes nefeseydi. arkadan karımın "kocammı" diye gelen sesini duydum. gülümsedim. anladımki karım benim için patronumla konuşmaya gitmiş. benim için kafa yormaları hoşuma gitmişti. anlamamazlıktan gelmeliydim. çünkü karım işe geri alınmam için patronumla konuşmaya gittiğini bilmemi istemezdi. biricik patronum ve karım ikiside iyi insanlar. "tamam anladım" diyerek telefonda sırıttım. patronum "neyse kapatmam gerek sonra konuşuruz" diyerek telefonu kapadı.


yolda giderken caminin yanından geçtim. cuma namazı için camiye girdim ve namazımı kıldım. ancak camide ne imamı görebildim nede cemaati. bu iyiydi. tek başıma kendimle baş başa kalıyordum. çıktığımda ise kapıda imamı gördüm ve hemen sordum. "hocam neden cumaya gelmediniz" hoca bana arapça bir küfür etmişti. tam olarak anlamasamda benim için dua okuduğunu görünce sevindim ve amin dedim cümlemizin. daha sonra telefonumun takvimine bakınca bu günün cumartesi olduğunu hatırladım. daha sonra sevindim. haftaya cumaya gitmeme gerek kalmayacaktı.


mükkemmel hayatıma mutlulukla devam ediyordum. eve geldiğimde kapıyı açmak için anahtarımı çıkardım. daha sonra kapının yerinden sökülmüş olduğunu görünce irkildim. evin içine baktığımda bütün eşyalar gitmişti. kıyafetlerim yerdeydi. haciz geldiğini anladım. ama kapıyı sökmelerine anlam verememiştim. koşarak oturma odasına gittim. televizyonda yoktu. hiç bir eşyam kalmamıştı. daha sonra yerdeki kumandayı ve su ısıtıcısını görünce sevinç çığlığı attım. işte bu bana yeni bir başlangıc için umut ışığıydı. yere yatıp su ısıtıcısına küçük bir öpücük kondurdum. ve ona sımsıkı sarıldım.


evin boş olması iyiydi ferah ferah oh mis. kapıyı dert etmedim bile. apartmanın giriş kapısı sağlamdı nasılsa. ne kadar şanslı olduğumun bir kez daha farkına varmıştım. yöneticimiz hacı dede girdi içeri. beni gerçekten severdi. nur yüzlü, kibar, ve dini bütün bir insandı. "ne oldu ula sana it oğlu it" diye sordu. ahah. "evime haciz geldi hacı dede" dedim. "sana herşey mustahaktır zındık herif aidatlarıda ödemiyorsun zaten" dedi. kahkaha attım. buna karşılık hacı dede bastonuyla beni iteledi. yerde tıpkı küçük bir fino köpeği gibiydim. bir yandanda gülümsüyordum. hacı dede bana yaşının verdiği olgunlukla son bir nasihat verdi. "arkaüne koyayım senin borcunu öde gavurun dölü" ayağa kalktım ve hacı amcaya sarıldım. ona sarılmak bana güven veriyordu. sonuçta o saygınlığı olan biriydi kocaman sakalları vardı. "ula gibtir git" dedi ve kapıdan dışarı çıktı. duygusal anlara dayanamayıp kaçan insanlara bayılıyorum.


daha sonra bir yastık buldum ve yere yattım. su ısıtıcısına sarılıp uyumaya çalıştım. soğuktu çünkü doğalgazı bile sökmüşlerdi. kafamı kaldırıp düşünmeye başladım. düşünüyordum bütün bu olanları. sadece bu düşünceye odaklanmıştım. ve beynimi kurcalayıp duruyordu. gerçekten su ısıtıcını prize taktığımda neden çalışmamıştı. bu sorun yüzünden gece uyuyamadım. herkesin bazen böyle dertleri olur. mükkemmel hayatımdaki bu tür sorunlar canımı sıkıyordu.


ertesi gün uyandığımda güneş ışıkları pencereden içeri vuruyordu. ne kadarda güzel bir gün. artık param yoktu ama işin iyi tarafı bu gün bir iş görüşmesine çağrılmıştım. güzel bir kahvaltı yapmak için mutfağa gittim. dolabı açtığımda ekmeğin üzerinde dolaşan hamam böcekleri bana gülümsüyordu. ahuahuahu. hamamböceklerini beslemeyi seviyordum. onlarda canlı sonuçta. hayvanlarla yemeğimi paylaşarak büyük sevap kazanıyordum. ekmek zeytinle pratik bir kahvaltı yaptıktan sonra hemen takım elbisemi giydim. o arada kapı çalmıştı. koridordan kimo diye bağırdım. “benim ben aç kapıyı”


işte günün küçük sürprizi. bana bu güzel günde enerji verecek bir doping. aranan kan. bu kayınvalidemin sesiydi. kendisi çok sevecen ve şirin bir kadındır. öz annem gibidir. beni oğlu gibi sever. heyecanla kapıyı açtım. hoşgeldin anneceğim dedim ve sarıldım. sarılmamla beni itmesi bir oldu. “ay. anası gibi yılışık, babası gibi kurnaz. kızımın hayatını mahfettin meymeletsiz herif, senin için saçını süpürge etti, onu ne doktorlar, ne mühendisler istedide senin gibi bir serseriye ne halt yemeye verdik. ah benim talihsiz kızım, ah benim kadersiz yavrum, ah benim aptal kızım.” diyerek söylenmeye başladı. otoriter anne rolünü çok iyi yapıyordu. ama beni sevdiğini biliyordum. benim için mutlu olabilmesi için ona sürprizimi söyledim. “anne ben iş buldum, görüşmeye gidiyorum!” diye bağırdım. yüzüme tükürdü. çantasıyla bana vurmaya başladı. aynı zamanda “boyun posun devrilsin, gün yüzü görmeyesin” gibi bir şiir okuyordu. sonra çekip gitti


iş görüşmesine gitmek için evden çıktım. durakta metrobüs bekliyordum. orta yaşlarda bir adam önümden geçerken tanımlayamadığım bir sesle yere tükürdü. tükürdüğü yere doğru baktığımda ayakkabımda kocaman bir balgam gördüm. sonra dönüp adama baktım. oda bana bakıp “pardon biraderde duracak başka bir yer bulamadınmı sevgi koyim” dedi. ne kadarda kibar bir adam. üstelik pardon demesi çok ince bir davranıştı. mahçup olmuştum. hata bendeydi. adamın geçiş güzergahında durmam yanlıştı. utanarak adamdan özür diledim. oda hoşgörüyle karşılayıp bir daha olmaması konusunda beni uyardı ve gitti. çok şanslıydım. ayakkabımdaki balgamdan yararlanarak peçeteyle ayakkabımın her tarafını sildim. oh mis. ayakkabım cilalanmış gibi oldu.

iş görüşmesi için şirkete geldim. harika bir yere benziyordu. ciddi bir yerdi. şirketin prensipleri olduğu belliydi. danışmaya doğru yürüdüm ve iş görüşmesi için geldiğimi söyledim. kız ağzındaki sakızı çıkarıp monitorün üzerine koyduktan sonra yüzüme bakıp randevun varmı diye sordu. telefonda görüştüğümü söyledim. “iyi git şu koridordan sağa dön bak orda personel müdürü diye yazıyor görmüyomusun” dedi. gülümsedim ve teşekkür ettim. cana yakın iş arkadaşlarım olacağı belliydi. müdürün odasının önünde oturmak için 2 tane koltuk olmasına rağmen ayakta 15,20 kişi bekliyordu. koltuğa neden oturmadıklarına bir anlam veremedim ve koltuğa oturdum. bir kaç dakika sonra benden en az 10 yaş küçük bir genç geldi. “ordan kalk” dedi. neden diye sordum. “ben patronun yiğeniyim ve müdür yardımcısıyım sevgi koyim. orası müşterilerimiz için. kalk diyorsam kalk saygısızlık etme” dedi. ne kadarda sevecen bir çocuk. eminim bulunduğu pozisyona emekleriyle gelmiştir. ona saygısızlık etmem olmazdı hemen müşterilerin yerinden kalktım. uzunca bir süre bekledikten sonra sıra bana geldi


heyecanla içeri girdim. hazırlıklıydım. bu işi alacaktım. müdür karşısına oturmamı söyledi. ssnra purosunu kül tablasında söndürdü. ne mezunusun diye sordu? size gönderdiğim cvde yazmıştım aslında dedim gülümseyerek. “onları gerçekten okuduğumuzu düşünüyormusun” diye cevap verdi. haklıydı. çok meşgul oldukları belliydi. işletme mezunuyum dedim ve iki senede master yaptığımı söyledim. müdür kafasını sallayarak bana bir kaç tane zeka sorusu soracağını, böylece gerizekalı olup olmadığımı tespit edeceğini söyledi. bu yöntem şirketin ne kadar profesyonel olduğunun göstergesiydi. sonra ıssız bir adaya düşsen yanına alacağın üç şey ne olurdu diye sordu. hızlıca düşündüm ve cevapladım. odun, taş ve çakmak dedim. böylece ateş yakabileceğimi ve üşümeyeceğimi belirttim. hahaha. harika bir cevap verip adamı etkilediğimden emindim. müdür “adada odun ve taş yokmu sevgi kodumun çocuğu” diye bağırdı. irkilmişti


zeka sorularını gibtir edip hangi posizyon için başvurduğumu sordu. muhasebe bölümünde müdürlük veya müdür yardımcılığı açığı için başvurduğumu söyledim. sonra dönüp bana “o pozisyonlar için amca oğullarını aldım malesef ama senide işsiz göndermek istemiyorum” dedi. ne kadarda düşünceli bir adam. sonra dönüp muhasebe müdür yardımcısı sekreterliğinde ve çaycı departmanında açık olduğunu söyledi. askeri ücret ve 30′luk akbil vereceklerini ve zamanla daha çok kazanabileceğimi söyledi. bu benim potansiyelime bağlıymış. açıkcası 30′luk akbil kısmı bana çok cazip gelmişti. ancak 6 yıl okulu bunun için okumadığımı düşünüp teklifini reddettim. pekala o zaman yolun açık olsun dedi ve çıkarken kapıyı kapatmamı söyledi.


işsiz olmak gibisi yoktur. erken kalkmak zorunda değilsin. ödeme yapmak zorunda değilsin çünkü paran yok. rahatsın. yani moralim yerindeydi. eve dönmüştüm. ama oturmaktan canım sıkıldığında tekrar dışarı çıkıp bir tur atayım dedim. hava serindi. dolaptan ne zamandır giymediğim kalın montumu çıkardım ve giydim. elimi cebime attığımda bir kağıt buldum. çıkardım ve dakikalarca sevinç çığlığı attım. 50 liralık banknot. hahaha. şanslı günüm. ne yapsam diye düşündüm ve sinemaya gitme fikri geldi aklıma. mısırımıda alıp güzel bir film izleyecektim


güzel bir aşk filmine bilet aldım. salona ilk ben girmiştim. yerimde tam ortadaydı. sanırım koca salonda tek başına film izleyecek şanslı insanlardan olacaktım. hemen mısırmı ve kolamı yanıma aldım ve koltuğuma oturdum. daha sonra iki liseli çift geldi ve tam önüme oturdular. ahah. olsun onlarda izlesin. sonra iki genç sevgili daha gelip sol tarafımdaki iki koltuğa oturdular. gülümsedim. daha sonra iki evli çift gelip sağ tarafıma oturdular. aşk bahçesinemi düştüm, nereye düştüm sevgi koyim diye mırıldandım. gülümsedim. ama son gelen çift beni mutlu etmişti. tanıdık bir yüz görmek bana iyi geldi. metrobüste bana dayayan amca eşiyle beraber filme gelmişti. arkamdaki iki koltuğa oturdular. hemen arkamı dönüp sürpriz diye bağırdım. amca kafama bir tane patlatıp “senin sevgi korum oğlum, gibtir git sevgi koyim” diye bağırdı. bu el şakası amcayla aramızdaki samimiyetin bir göstergesiydi.


filmin öncesindeki her fragmanda film başladı sanıp moda giriyor, mısırı yemeye başlıyordum. bitmek üzereydi. yapım şirketlerinin logolarınıda dakikalarca izledikten sonra film sonunda başlamıştı. bir yandan mısırımı yiyip bir yandan kolamı yudumluyordum. lakin dikkatim dağılmıştı. önümdeki çift film başlar başlamaz yiyişmeye başlamıştı. çocuk kızın içine girmişti nerdeyse. sol tarafıma baktığımda benzer bir manzarayla karşılaştım. deliler gibi öpüşüyorlardı. sağ tarafımda gülüşüp yiyişiyorlardı. en bomba sürprizse arkamdaydı. metrobüsteki amca karısını kucağına almıştı. beni bakarken gördüğünde “oglum önüne dönsene sevgi goyim sigigit” diye çemkirdi. sanırım salonun neredeyse hepsi doluyken filmi izlemeye gelen tek kişi bendim. ama bu iyiydi. hayalim gerçek oldu. sinemada tek başına film izlemek bu olsa gerek.


sabah kalktığımda evde karımı buldum. “sonunda eve döndün” diyerek sıcak bir gülümsemeyle onu kucakladım. karım beni itti. “senden boşanıyorum salak herif” dedi sonrada “artık eski patronunla beraber olduğumu biliyorsundur” dedi. o anda artık gülmüyordum. artık gerçekler kafama dank etmeye başlamıştı. bu kadarıda yeterdi. bütün bu oyun sonra ermeliydi. hiç düşünmedim ve bastım kahkahayı. “gibtir git” diyerek ilk küfürümü etmiş olmamın hazzıyla tekrar kahkaha attım. karımın surat ifadesi değişmişti. sonra kapıdan çıktı gitti. sanırım hayatımının en güzel günü buydu. bekarlık sultanlıktır derler. moralim yerine geldi ve koşarak evden çıktım.


yolda sadece koşuyordum. artık yapmam gerekenin vakti gelmişti. beni yolda koşarken gören hacı dede “koş forest koş” diye bağırdı ve güldü. hacı dedede amma kültürlü adammış. halbuki gavur filmi izlemezdi o. koşmaya devam ettim. yolda yaşlı amcanın teki arkadan bağırdı. “dur evlat dur” normalde işim aceleydi. ama durmam gerektiğini hissettim ve durup amcaya döndüm. seyyar piyango satıcısıydı. “evlat daha siftahı yapmadım,gel al bir tane belki şans yüzüne güler.” büyük bir kahkaha attım. sonra mutlu sona koşmaya devam ettim. ama cebimde son kalan 150 lira param olduğu aklıma geldi. bir işime yaramayacaktı nasılsa. tekrar amcanın yanına döndüm ve 100 lirayı ona uzattım. “bütün biletleri satın aldın genç adam” dedi. bilet istemediğimi söyledim ancak o zaman parayı almayacağını söyleyince rastgele bir bileti aldım ve cebime koydum. sonra hızlıca dönüp koşmaya devam ettim. koşarken bileti çıkardım. “3 1 3 1 2 1 4 0″ kocaman bir kahkaha attım. i̇yiki bu bileti almışım gülmemi sağlamıştı. bileti kırıştırarak cebime koydum. yere çöp atmak yanlış olurdu. sonra bir taksiye bindim ve karşıya geçeceğimi söyledim. yolda giderken taksinin iki katı para yazdığını farkettim. “neden bu kadar çok yazıyor?” diye sordum. taksici dönerek “gece tarifesi açık” dedi. ne kadar müşteriyle ilgili ve açıklayıcı bir insan. bu cümlesiyle sabahın 12′sinde neden taksinin bu kadar fazla yazdığını açıklayıverdi hemen. neyseki önemi yoktu. boğaz köprüsüne geldiğimizde burda inmem gerek dedim. “burda neden iniyorsunuz” diye sordu. ekranda 60 lira yazıyordu. gülerek 50 lirayı uzattım. “in lan arabadan gibik” dedi. daha sonra köprüye çıktım. demirlerin üzerine tırmandım. bu iyiydi. çünkü bu sıcak havada yüzüp serinleyebilecektim. belkide daha nazik bir dünyayla tanışabilecektim. aptal olmayacaktım artık belki


atlamak için yavaşca doğruldum. gökyüzüne son bir kez baktım ve gülümsedim. şahane hayatımın sonuna gelmiştim artık. gözlerimi kapadım. o arada arkadan geçen arabanın yüksek sesle çalan radyosuna kulağım gitti. haberleri yüksek sesle dinlemesi iyiydi. en azından çevredeki insanlarda haber dinleyebiliyordu. topluma yararlı bir davranıştı. gibi düşünmedim ve bari ölürken rahat bırakın sevgi kodumun çocukları diye geçirdim içimden. trafik biraz sıkıştı. araba tam arkamda durdu. “3 1 3 1… ” bir an arkamı hızlıca döndüm dönerken ayağım tökezledi ve debelenmeye başladım. “2 1 4 0″ direğe tutundum ve ayağım kayınca yere düştüm. “piyango bu numaralardaki bir tam bilete çıktı. talihli henüz ortaya çıkmadı.” yüzümde bir şaşkınlık ifadesi vardı. bu arada arabalarından inen 1,2 kişi yapma etme kıyma” diye yanıma geldiler. ulan demirlerin üstündeyken gelen yoktu. sonra “gibtirin gidin” diye bağırdım. çevremdeki insanlar bana anlam veremedi. hızla oradan uzaklaştım.


iyide bileti daha 2 saat önce almışken şimdi bana nasıl çıkabilirdi? biletin tarihine baktığımda geçen haftanın bileti olduğunu öğrendim. eski bileti almışım ama bilete piyango vurmuş. ahah. bu nedense beni pekte mutlu etmedi. ankaraya gittim ve 5 trilyonu hibe ettim. basın mensupları fotoğraflarımı çekti ve haberlerde çıktım. istanbula tekrar döndüğümde evime geri döndüm. kapı yenilenmişti. hacı dede geldiğimi duyunca direk aşşağıya indi ve bana sarıldı. “ula gel buraya hele gel canım evladım, sen benim oğlumsun, oğlum” gibi sözler sözlüyordu. kocaman bir kahkaha atmadım. tebessüm bile etmedim. bana yeni anahtarlarımı verdi ve eve benim için bir kaç eşya aldığını söyledi. hacı dedeyi neden sevmediğimi şimdi dahada iyi anladım. anahtarı aldıktan sonra “şimdi beni yanlız bırak” demekle yetindim. “tabi evladım” diyerek bana gülümseyip merdivenlerden çıkışını izledim. gülümsedim ve eve girdi


eve bir göz attım. oturma odasında bir kaç yeni koltuk, yeni bir lcd televizyon ve mutfaktata bir kaç eşya vardı. yatağım gene aynı yataktı. hacı dede yalakalık yaparken bile cimri davranıyor. daha sonra gözlerim su ısıtıcımı aradı. onun benim için özel bir anlamı vardı. etrafa bakmama rağmen bulamadım. kafayı yedim. o an 1 trilyona su ısıtıcımı geri alabilirdim. ama 2 trilyon vermezdim. bu yüzden su ısıtıcısını gibtir ettim. sonra telefonum çaldı. arayan serkandı. “kardeşim. seni arka herif. kapmışsın 5 trilyonu, unuttun kardeşini” bir an duraksadım sonra “kes sesini seni lanet olası aşşağılık pislik herif” dedim. buda neydi böyle? bu nasıl bir küfürdü? bir an kendimden utandım. amerikan filmleri özentisi olmamdan ve paranın beni nasıl değiştirdiğinden utandım. paramdan utanınca çok param olduğu aklıma geldi. tekrar arkaüm kalktı ve gibtir git huur çocuğu diyerek telefonu serkanın yüzüne kapadım. bunları neden yaptığımı anlamıyordum. ama telefonu kapadıktan sonra kahkaha attım.


eski patronumun diğer ortaklarının hisselerini satın aldım. yüzde 60 oranında hissem oldu. şirket artık benimdi. iş yerine gittim. kapıdan girer girmez sudeyle göz göze geldik. hızlıca yürüyerek yanıma geldi ve bana sarıldı. “hepimiz seni çok özlemiştik” dedi bana. gülümsedim. benim çok yetenekli ve positif enerjili eski iş arkadaşlarımda alkış tuttular. sudeye dönüp “bende seni özledim küçük fahişe” dedim. sude bir anda mosmor oldu. kahkahayı bastım. sonra iş arkadaşlarıma dönüp bağırarak, “geri dönmemin şerefine, beni bu kadar sevmenizin karşılığı olarak” dediğimde hepsi maaşlarına gelecek zammın umuduyla ayağa kalktılar ve ben devam ettim “hepinizi kovuyorum huur çocukları, şimdi gibtirin gidin burdan” birbirlerinin yüzlerine öküz gibi bakmaya başladılar. kahakahalar atarak eski patronumun odasına girdim. beni görür görmez ayağa kalktı. “eski başarılı elemanım ve yeni ortağım. evine hoşgeldin.” dedi bana. gülümsedim. “hoşbulduk eski patronum ve benim yeni başarılı elemanım” diyerek “hadi şimdi o koca arkaünü kaldır ve yerimden kalk” dedim. bunu yapamazsın falan diye söylenmeye başlayınca yanına usulca gittim ve kolundan tutarak onu kaldırdım. şok olmuş gibiydi kalktı. bende koltuğa oturdum. “o zaman kalan hisseleride al seninle ortak olmak istemiyorum” dedi. kahkaha attım. “seninle ortak değiliz zaten sen küçük ortaksın ve benim elemanımsın” dedim ve hisselerini almayacağımı söyledim.


tekrar eve gittiğimde koridorda karımla karşılaştım. yani eski karım. elinde boşanma kağıtı vardı. yırtıp attı. ben sadece izliyordum. “büyük bir hata yaptım senden beni affetmeni beklemiyorum ama” derken hacı dede bir anda aşşağıya indi. yukardan bizi izliyormuş. “ula sus ula, git işine ula seni zındık karı, bre gafil, bre kafir, bre melhum karı rahat bırak adamı” diyerek bastonuyla karımı ittirmeye başladı. karım “sana ne oluyor be adam” diyerek yanıma geldi. ben kahkahalara boğulmuştum. benim için kavga etmeleri güzeldi. bu kadar iki yüzlüğü bir arada görmek dahada güzel. karıma döndüm ve sana söyleyecek üç kelimem var dedim. dinliyorum hayatım dedi bana. usulca yüzüne yaklaşarak “boşol, boşol, boşol” diye bağırdım sonra hacı dedeye dönerek caizmidir diye sordum. “caizdir evladım onayladım” dedi. karım arka gibi kalmıştı. “resmi nikahımız var bir kere” dedi. çoktan boşanma davasını açtığımı söyleyince “tamam şimdi sinirlisin, üzgünsün, kafan karışık, tekrar geleceğim diye söylenerek gitti. gülmeye başladım ve arkasından gibtir diye bağırdım. sonra dönüp hacı dedeye baktım. benden daha mutluydu. gandalf edasıyla bana öğüt verircesine “paramızda gözü var herkesin kendine dikkat et” dedi. sırıttım ve eve girdim.


gece olduğunda uyumaya çalışıyordum. sonra kapı tekmelenmeye başladı. irkildim. gittim ve kapıyı açtım. misafirlerim gelmişti. eski patronum ve bir kaç arkadaşı ellerinde sopalarla kapıma gelmişlerdi. patronum bana “hisselerimi bana geri vereceksin” diye bağırdı. patronumun bu kadar zor durumda kaldığını görünce kahkahayı bastım. beni koridora çektiler ve yumruklamaya başladılar. sanırım taku yemiştim ama buna rağmen gülmeye devam ediyordum. sonra bir silah sesi duyuldu. oda ne? hacı dede elinde pompalısıyla merdivende dikilmişti. “ula zındıklar şimdi amınıza kodum” diye bağırdı. eski patronum ve yanındakiler bembeyaz giyinen hacı dedeye bakınca ne yapacaklarını şaşırdılar. sakalları bile parlıyordu. aralarından biri “gandalf” demekle yetindi. hacı dede “gandalf sensin gavurun köpeği” deyip tekrar ateş etti. su borusuna isabet edince su fışkırmaya başladı. ben kesintisiz bir dakika boyunca kahkaha atıyordum. bunlar korkup merdivenden aşşağıya yuvarlanarak kaçmaya başladılar. hacı dedenin birde omzuna bağladığı mermiler yokmu savaşa gidiyor gibiydi. bu yaptığı kahramanlıktan sonra yanıma yaklaştı. öyle bir bakışı vardıki tarihi bir söz söyleyecek gibiydi. kulağımı ona kilitlemiştim. bana döndü ve dediki, “bu patlayan boruyu aidatına ekleyeceğim” sonra geldiği gibi ağır adımlarla dairesine gitti


ertesi gün bileti aldığım adamı bulmak istiyordum. kendimi sır kapısında oynuyormuş gibi hissediyordum. geçen haftanın bileti benim elime nasıl geçebilmişti. apartmandan çıkarken hacı dedeyle karşılaştım. tüfeğiyle çatıya çıkıp beni sokaktan çıkana kadar koruyacağını söyledi. hala parada kendine pay biçiyordu. parayı bileti aldığım amcaya geri vereceğimi söylesem sanırım beni kurşuna dizerdi. ama bunu yapmalıydım. belkide aldığım bilet o amcanın kendine sakladığı biletdi. hem koşarken bana seslendiğinide duymuştum ama bakmamıştım. parasını ve aldığım hisseleri ona geri verip yarım kalan işimi bitirecektim. bu kadarı yeterdi. merdivenlerden indim. apartmanın girişi kum torbalarıyla çevrelenmiş. apartmandaki üç beş komşuyada hacı dede silah verip nöbet tutturmuş. altları çizgili pijama kafalarında kask. kahkaha atmıştım. daha sonra bileti aldığım sokağa gittim. amca orada tezgahının başındaydı. yanına gittim. “hoşgeldin evlat bir kere şansın yaver gitti diye genemi denemeye geldin” dedi bana ve güldü.” ona durumu anlattım. benimle dürüstçe konuştu. arkamdan eski bilet sattığını söylemek için bağırdığını ve o biletin geçen haftanın satamadığı biletlerden biri olduğunu söyledi. diğer satılmayan biletleri geri vermiş ama onu unutmuş. yeni biletlerin arasına karışmış. farkedincede kenara koymuş. bilete ikramiye vurduğunu oda bilmiyormuş. ben ne diyeceğimi bilememiştim ve ona para vermeyi teklif ettim. amca “kimim kimsem yok o para bu yaştan sonra benim bir işime yaramaz evlat. o bilet tamamen senin şansındı benim değildi.” diye cevap verdi. böyle bir insan olduğunu görmek beni çok şaşırtmıştı. gerçekten mutlu olmuştum. amcayı zar zor ikna ederek bankaya gitmiştik ve paranın bir kısmını ona vermiştim. bundan sonra çalışmak zorunda kalmayacaktı. daha fazla pay vermek istediğimde kesinlikle reddetmişti. beraber bir yemek yedikten sonra vedalaşmıştık.


eve yaklaştığımda apartmanın kapısının önünde bir ambulans görmüştüm. birine bir şeymi olmuştu acaba. hacı dede silahlıydı ve ne yapacağı belli olmuyordu. koşarak komşulardan birine sordum. hacı dedenin kalp krizi geçirdiğini söyledi. bir an duraksadım. ambulanstan “ula ölecem ula yetiştirsenize hastaneye ateistmisiniz siz zındık herifler” bağırışlarını duyunca kahkaha attım. ambulansın arka kapısından baktığımda hacı dedeye serum bağlamışlardı. beni görünce tekrar bayılır gibi oldu. sonra tekrar kafasını kaldırıp “hastane masraflarını ödersin demi oğlum” diye sordu. gülümsedim. o anda ambulansın kapılarını kapadılar ve siren çalarak hacı dedeyi hastaneye arkaürdüler. aldığım habere göre hacı dede uzun süre hastanede kalacaktı. ondan kısa sürede olsa kurtulmuş olmam güzeldi.


ertesi gün olduğundan gene evden çıktım. ama yapacak bir şeyim yoktu. çok sıkılmıştım. sona çok yaklaştığımı hissediyordum. evin sokağına girdiğimde kafama bir çuval geçirilene kadar o gün için hiç bir planım yoktu. ama artık vardı. kaçırılmıştım. bu iyiydi. bende günün sürprizi nerde diye düşünüyordum. bir iki kişi kolumdan tutuyordu. biride kafama çuval geçirdikten sonra başıma sert bir cisimle vurdu. bayılmamıştım ama biraz sersemlemiştim. ağzıma bantda yapıştırdılar. sonra beni halının içine sardılar. o kadar plan yapmışsınız. iyi tamam. ama yolda giderken bilincim açıktı hissediyordum. 15 dakika minibüs bekledik. sonra bir yerde indik. ordan metrobüsle aktarma yaptık. son olarak zincirlikuyu durağında inmiştik. sevgi koyim madem kaçırıyorsunuz bir araba bulamadınızmı? sonra beni bir sandalyeye oturttular


çuvalı tekrar kafamdan çıkardıklarında eski patronumun neşeli suratını gördüm. yanındada eski karım vardı. kahkaha atıyorlardı. onlar kahkaha attıkca ben ciddileştim. onlar gülmeye devam ettiklerinde kendimi tutamadım ve kahkahayı patlattım. “huur çocukları beni kaçırdınızda ne oldu şimdi?” hahaha. eski patronum purosunu çıkarttı ve ateşledi. sonra bana yaklaşıp dumanı yüzüme doğru üfledi. “hisselerimi bana geri vereceksin arka oğlanı yada ben zorla alıcam” dedi. sski patronumun filmlerden fırlamış o meymeletsiz suratını görünce kahkahayı bastım. “puro içiyorsun. sana fazla maaş vermişim demekki. yoksa seni ayın elemanı falanmı seçmiştim” karım sadece olanları izliyordu sonra yanıma yaklaştı ve “hade hayatım işi zora sokma ver şu hisseleri bize yoksa seni tekrar boynuzlarım” diyerek güldü. bu lafa sağlam bir cevap düşünmem gerekiyordu. karıma zekice bir cevap vermeliydim. 1 dakika boyunca düşündüm ve yaratıcılığımı zorladım. sonra karıma döndüm ve dedimki, “ananı avradını gibeyim huur çocuğu” oda bana bastı tokadı.


sonra patronum köşede duran odunu eline aldı. “bu odunla şimdi ben ne yapıcam dersin?” diye sordu. “senin için fazla büyük değilmi ama karımda deneyebilirsin” diye cevap verdim. eski patronumda odunla bacağıma sertçe vurdu. bağırdım. çok acımıştı. karım elindeki kağıtları koydu önüme ve imzalamamı istedi sonra beni öldürmeyeceklermiş. sonra gene gülmeye başladım. “parmak bassam olurmu?” diye sordum kibarca. sonra eski patronum odunu ortaya koydu ve yanındaki iki adama beni kaldırttı. beni odunun üstüne oturttular. bu ağrıma gitmişti. sonra patronuma dedimki, “sana oturacak yer kalmadı ama kucağıma alabilirim istersen” bunu duyan kaltak karım koşup oduna bir tekme attı. ben yere düştüm. huur karı. seninle evlendiğim güne lanet olsun.


kağıdı imzalamamakta ısrar ediyordum. bir yandanda gülümsüyordum. eski patronum sinirlendi ve silahını çıkardı. kafama dayamıştı. üçten geriye doğru sayacağını ve imzalamazsam olmayan beynimi patlatacağını söyledi. çokta gibimdeydi. yarım kalan işimi onun bitirmesi daha iyiydi. cehenneme gitmekten kurtulacaktım hem. bu beni sevindirmişti. daha sonra saymaya başladı. 3, 2, “bak 0 dedimmi ölürsün ama bak” deyip tıpkı ilkokul çocukları gibi blöf yapıyordu. 1, ben her ihtimale karşı gözlerimi kapamıştım. ancak o anda dışarıda megafondan bağıran birinin sesi duyuluyordu. bu beklenen adamdı,”ula hepinizi kurşuna dizecem bre kafirin torunları, etrafınızı sardık guvurun tohumları, töbe edin teslin olun munafıklar” herkes irkildi. ilk defa hacı dedenin sesini duyduğuma sevinmiştim. eski patronumun panikledi ve havaya ateş edip “sıkıyorsa gel ulan bunak” diye bağırdı. aradan biraz süre geçti. eski patronum ve adamları duvarların arkasına geçip nişan aldılar. hacı dede “ula hepiniz kafirsiniz, hepinizi vuracam sevgi koduklarım” diye bağırdı. kısa süren bir sessizlikten sonra hacı dede yanındakilere komut verdi. “hele go go go din kardeşlerim go go go”, “ula takım toparlan” bir anda deponun camları kırılmaya başladı. hacı dede ve cemaati içeri sis bombaları attılar


sis biraz dağılmaya başlayınca eski patronum ve adamları hacı dedeye karşı gelmeyi göze alamamış ve ellerindeki silahları bırakmışlardı. hacı dedede onları tek tek bağlatmıştı. hacı dedenin benim için bunca şey yapması beni duygulandırmıştı. gerçekten saygı duyulacak bir adamdı. yanıma geldi ve “ula şimdi o haram paraları ve hisseleri bana vereceksin zındık herif ben onları hayır için camiye bağışlayacam oğlum” dedi tebessüm ederek. bende kibarca bunu yapamayacağımı bu parayla başka planlarım olduğunu söyledim. hacı dede tekrar gülümsedi. “ama oğlum cami? imam efendiyle konuştuk biz yeni minare ekleyecez ve üst kata asansörle çıkılacak” ben gülümsedim. “hacı dede kaç yıl ömrün kalmış hala paranın peşindesin üstelik dini sömürüyorsun. utanmıyormusun” dedim nazikçe. ama elimden geldiğince saygılı bir şekilde dedim ve kırmamaya çalıştım. çünkü onun elinde pompalı tüfek vardı ama bende yoktu. üstelik son kelimeyi kullanmamış olsam belki daha iyi olabilirdi. ama hacı dede görmüş geçirmiş bir adam olduğundan dediklerime hak verecek ve hoş görüyle karşılayacaktı. sonra hacı dede pompalıyı kafama dayadı. “ula it oğlu it, ula sen benimle nasıl konuşuyorsun saygısız köpek. köpek soyu.” dedi ve yanındakilerden birine beni çözdürdü. elime kalemi verdi. kağıtı 1 dakika içinde imzalamassam beni diyanet işleri başkanının bile kurtaramayacağını söyledi.


 sanırım bu sefer öbür dünyaya gidiyordum. bu iyiydi. mükkemmel hayatıma, hacı dede gibi mübarek bir insanın son vermesiyle huzura ereceğimi düşünüyordum. üstelik kalan paranın büyük bir bölümünü ve hisseleri yardım kuruluşlarına bağışladığımı bilse sanırım beni öldürmekten vazgeçerdi. sürem dolmuştu. hacı dede pompalının jarjörünü çekti. o sırada dışarıdan polis sirenleri duyulmaya başladı. hacı dede hemen silahı yere attı ve kapıya yöneldi. içeri garip girdi. “hav hav hav” rıza baba ve ekibi aniden depoya girdi. “yat yere yat yat”,”alın bunları alın” depoda kim masum kim suçlu belli değildi. mesut komserle göz göze geldik sonra bana doğru koşmaya başladı. sonunda bu iplerden kurtulacağım diye sevindim. yanıma gelir gelmez suratıma bir yumruk patlattı. ne yapıyorsunuz kaçırılan benim suçlu olan onlar memur bey diye bağırdım. sanırım mesut komser yaptığı hatadan dolayı üzüldü. “ah tokmakkafa,ah tokmakkafa” diye sayıklamaya başladı. rıza baba çevreye bir göz attı ve hacı dedeyle göz göze geldi. sert bir şekilde bakarak,”pisliğin teki olan senmisin?” diye sordu. hacı dede gülümseyerek,”yok evladım ikindi namazı için camiyi arıyordum, nereye geldim” deyince garip havlayarak hacı dedeyi işaret etti. “ula çekin şu iti başımdan” mesut komserin gene kafası karışmıştı. eski patronumu gözüne kestirdi ve koşarak ona bir kaç yumruk patlattı. rıza baba, “garip haklı galiba aferin evlat, aferin” deyip ben hariç herkesi göz altına aldılar. mesut komser beni çözdükten sonra başından hiç çıkarmadığı beresini bana hediye etti. duygusal anlar yaşamıştık. hacı dede zorla arkaürüldü. serbest bırakılması için polislere cennetden arsa teklif etmesine rağmen paçayı sıyıramadı.

konu linki: http://inci.sozlukspot.com/w/bu-gün-telefonumun-çalmasıyla-uyandım/@atini%20siken%20rohanli/